DOĞAL BİLGELİĞİN MATEMATİĞİ

June 8, 2017 | Autor: Evren Isbilen | Categoria: Physics
Share Embed


Descrição do Produto

DOĞAL BİLGELİĞİN MATEMATİĞİ





Sir Isaac Newton















Latince'den İngilizce'ye çeviren: Andrew Motte



Astronomi Profesörü ve Royal Society Sekreteri John Machin'in yazdığı kısım


''Ay'ın hareketinin çekim kuvvetine göre açıklanmış Kanunları'' da buna
eklenmiştir.



İKİ CİLTTİR

LONDRA

Fleetstreet'deki Middle Temple Gate'teki Benjamin Motte'ye adanmıştır.

MDCCXXIX

(1729)





İngilizce'den Türkçe'ye çeviren: Evren İşbilen

Çevirinin esas alındığı metinlerin internet adresleri ve kitap bilgileri…

1.

2.











Sir Isaac Newton







''College of Physicians'' ve ''Royal Society'' Başkanı Baronet Sir Hans
Sloane'a,

Efendim,

Bilimi geliştiren ve ilerleten herkese gösterdiğiniz cömertlik ve
koruyuculuk; bilimin çeşitli dallarında bilgili kişileri ve bunlara kıymet
verenler tarafından evrensel bir takdir görmektedir. Bu kişiler, sizin
bilimi korumanızı hayranlıkla izlemektedir. Şimdi siz oturduğunuz şerefli
koltuk itibariyle, Doğaya dair bilgimizin artması yolunda yorulmaz çabalar
göstermektesiniz. Hem kendi bilimsel projelerinizi yürütmekte hem de
başkalarının projelerine destek vererek ve yardım ederek bu bitmek tükenmek
bilmeyen hazinenin sınırlarını açmaktasınız. Bunları da bilimde ve sanatta
nadir ve kıymetli olan ne varsa geniş koleksiyonunuza katarak
yapmaktasınız.

Sizin bilimi ve edebiyatı korumanız, Dünya'nın dört bucağındaki aydınlar
tarafından takdir hisleriyle karşılanmaktadır. Bu çabalarınız; hünerle ve
özenle, kamu gönenci için keşifler peşinde koşan bir grup seçkin insanın
sizi bu makama seçmesini sağlamıştır. Halefiniz ise çağımıza ve ulusumuza
bitmek tükenmeyen bir şeref payesi verecektir.

Bu meyanda, sizin şanlı ve şöhretli halefinizin en seçkin eserinin
çevirisini size takdim ediyorum. Bu eser, her ne kadar benim elimden geçmiş
olsa da olağanüstü deha sahibi yazarının kıymeti ve eserin konusunun
yüceliğinden ötürü sizin takdirinizi ve ilginizi beklemektedir. Bundan daha
az değerli bir eseri size sunmazdım.

En derin saygılarımla,

Efendim,

En alçakgönüllü ve itaatkâr hizmetçiniz,

Andr. Motte















YAZARIN ÖNSÖZÜ



Pappus'un yazmış olduğu gibi, Eski Yunan ve Roma'da yaşamış düşünürler,
Doğal şeylerin incelenmesinde mekanik biliminden yararlanmışlardır. Modern
bilginler ise, tözleri, biçimleri ve maddenin gizli özelliklerini bir yana
bırakıp doğal fenomenler konusuna matematiğin kanunlarıyla yaklaşmaya
çalışmışlardır. Bu nedenle, bu incelemede, Matematiği bu bilimle ilgili
olduğu yere kadar geliştirmeye çalıştım. Eski Yunan ve Roma düşünürleri,
mekanik bilimini iki yönden algılamıştır. Birincisi, teorik olarak, kâğıt
üstünde hassas bir akıl yürütme ve gösterimle sergilenebilir biçimiyle.
İkincisi, pratik uygulaması biçiminde. (Başka bir deyişle fen.) Bütün
zenâatler, mekaniğin uygulamasının içindedir. Mekanik kelimesinin kökeni
buradadır. Ancak, zenaatkârlar, mükemmel hassasiyetle çalışamadıklarından
bunun imâ ettiği şey, Mekaniğin Geometri'den ayırt edilmesidir. Mükemmelce
hassas olanına Geometri, az hassas olanına Mekanik denir. Ancak, bir
deyişte söylendiği gibi 'Kusur zenâatte değil zenaatkârdadır.' Az hassas
çalışan bir zenaatkar, kusurlu bir zenaatkardır ve eğer zenaatkarın biri
mükemmel bir hassasiyetle çalışabiliyorsa en mükemmel zenaatkar'dır.
Geometrinin elemanlarını oluşturan, doğru çizgilerin ve çemberlerin çizilip
tanımlanması mekaniğin işidir. Geometri bunları bize öğretmez, bunların
çizilmiş olmasını şart koşar. Çünkü, Geometri, konuda derinleşmeden önce,
öğrencinin bunları hassas bir şekilde çizip tanımlayabilmesinin öğretilmiş
olmasını şart koşar. Ancak bundan sonra, bu işlemlerle problemlerin nasıl
çözülebileceğini yolunu gösterir. Doğru çizgileri ve çemberleri çizip
tanımlamak problem kabul edilebilir ancak bunlar geometrik problemler
değildir. Bu gibi temel problemlerin çözümü Mekanik hüner konusudur.
Geometri ise bunlar halledilip çözüldükten sonra bunları kullanarak yoluna
devam eder. Geometrinin yüceliği, doğruluğu apaçık, sade, basit birkaç
prensipten akıl yürütmeye başlaması ama karmaşık özellikte çok sayıda şey
üretebilmesidir. Bu nedenle, Geometri, Fen kapsamındadır. Ve esasında,
hassas ölçme sanatı'nın evrensel mekanik bilimindeki bir gösterimidir.
Ancak, fenler, cisimlerin hareketiyle ilgili olduğundan, Geometri'de bunlar
Magnitüt olarak geçer, Mekanik'te ise bunlar Hareket'tir.

Bu anlamda, Bilimsel Mekanik, Hareketin bilimi olacaktır. Bu hareket
herhangi bir kuvvetten kaynaklanmış olabilir. Veya bu bilimin konusu,
herhangi bir hareketi oluşturmak için gerekli ve yeterli bir kuvvet
olabilir. Bu hareketler hassas bir şekilde tanımlanıp gösterilebilirse bu
bilim olur. Mekaniğin bu kısmı, Eski Yunan ve Romalı bilginler tarafından
geliştirilmiştir. Bunlar, el zenaatlarına ilişkin 5 Kuvvet ile
bağlantılandırılmıştır. O bilginler, çekim kuvvetini de (elin bir kuvveti
olmasa da) ağırlıkları bu kuvvetle hareket ettiren bir kuvvet gibi
düşünmüşlerdir. Bu eserdeki amacımız, sanat değil felsefe olduğundan ve
konumuz kas kuvveti değil doğal kuvvetler olduğundan burada sadece,
kütleçekimi, levity, esneklik kuvveti, seyyâl maddelerin direnci ve buna
benzer kuvvetler -iten veya çeken nitelikte olsun- incelenmiştir. Ve bu
nedenle, bu eseri, bilgeliğin matematiksel prensipleri olarak sunduk. Zirâ,
bilgeliğin bütün zorluğu bundadır: Hareketlerin fenomenlerinden yola çıkıp
Doğa'nın kuvvetlerini incelemek ve bu kuvvetlerden diğer fenomenleri
gösterebilmektir. Birinci ve İkinci kitaptaki genel önermeler bu amaca göre
yazılmıştır. Üçüncü Kitap'ta, bunların bir örneğini Dünya'nın Sistemini
açıklarken verdik. Bu amaçla, ilk kitaplarda matematiksel olarak
gösterilmiş önermelerden yola çıktık. Ve buradan Göğün olaylarını
irdeledik. Cisimleri Güneş'e yönelten çekim kuvvetlerini ve birkaç gezegeni
inceledik. Yine bu kuvvetlerden başka matematiksel önermeler yoluyla
Gezegenlerin, Kuyrukluyıldızların, Ay'ın ve Okyanuslar'ın hareketlerinin
neticesine varmaya çalıştık. İsterim ki Doğa'nın fenomenlerinin geri
kalanını da aynı tarzda bir akıl yürütmeyle mekanik prensiplerden türeterek
bulabilelim. Çünkü birçok sebepten ötürü şu kanıya vardım: Bunların hepsi,
belli bir takım kuvvetlere dayanır. Bu kuvvetler yoluyla, cisimlerin
parçacıkları, bugüne değil bilinmeyen kuvvetler yoluyla, ya birbirlerine
doğru çekilirler ve düzgün şekilli cisimlerde ahenkle yapışırlar. Ya da,
Doğa Filozofları'nın bugüne değin nafile araştırıp durduğu ama bulamadığı
bazı kuvvetler nedeniyle birbirlerini iter ve birbirlerinden ayrılırlar.
Yine de, inşallah, bu eserde ortaya attığım prensipler, bu konuyu az da
olsa aydınlatabilir, ya da bilgeliğin daha hakiki bir yolunu
aydınlatabilir.

Bu eserin yayınlanmasında, çok anlayışlı ve evrensel bir bilgin olan Mr.
Edmund Halley'in katkıları zikredilmelidir. Kendisi sadece zahmet çekip
kitabın metnini düzeltmekle kalmamış, kitabın şemalarını da düzeltmiştir.
Her şeyden önemlisi yoğun ısrarlarıyla beni eserin yayınlanmasına teşvik
etmiştir. Mr.Halley, benim göksel yörüngeler çizimlerimi gördüğünde, beni,
bunları bir de Royal Society'ye göstermem konusunda teşvik etmiştir. Royal
Society üyeleri bunları gördüğünde nazik teşvikleri ve yaklaşımlarıyla
bunları yayınlamam için beni iknâ etmiştir. Ancak; Ay'ın hareketlerinin
eşitsizliğini düşünmeye başladığımdan ve kütle çekimi kuvvetinin kanunları
ve ölçüleri ve bunun gibi kuvvetler gibi konuları araştırmaya daldığımdan,
birkaç cismin kendi arasındaki hareketleri, dirençli madde ortamlarındaki
cisimlerin hareketleri, çeşitli madde ortamlarının kuvvetleri,
yoğunlukları, hareketleri, Kuyrukluyıldızların yörüngeleri ve buna benzer
konulara eğildiğimden, bu konuları adamakıllı inceleyene değin yayını
erteledim. Hepsini birden düzgün şekilde yayınlamaktı amacım. Ay'ın
hareketleriyle ilgili olan şeyleri, (her ne kadar kusurlu olsa da) 6.
Önerme'nin neticelerinde bir araya getirdim. Bu şekilde, orada zaten
gösterilmiş ve açıklanmış konuları tekrar etmekten ve sözü gereğinden çok
uzatmaktan kaçınmaya çalıştım. Bir de Önermelerin dizilişinin ahengini
bozmadım. Diğerlerinden daha sonra keşfettiğim konuları, önermelerin ve
alıntıların sırasını ve düzenini bozmaktansa metinde pek de uygun olmayan
yerlere sığıştırmak zorunda kaldım. Okurlardan bütün kalbimle burada
yazdığım eserin samimiyetle ve tarafsızca okunmasını istirhâm ediyorum. Ve
böylesine zor bir konuda ister istemez olabilecek kusurların da hoş
görülmesini ve okurların yeni girişimleriyle incelenmesini de ricâ ederim.





Cambridge, Trin. Coll

8 Mayıs, 1686.


Isaac Newton

İkinci Baskıda, Birinci Kitabın ikinci kısmı genişletilmiştir. İkinci
Kitabın Yedinci Kısmında, seyyâl maddelerinin direncini açıklayan teori
daha hassas bir şekilde araştırılmış ve yapılan yeni deneylerle
ispatlanmaya çalışılmıştır. Üçüncü Kitap'ta, Ay Hakkındaki Teori
ve'precession of the equinoxes', esas prensiplerinden daha tam ve etraflıca
türetilmeye çalışılmış, Kuyrukluyıldızlar Hakkındaki Teori, yörüngelerinin
hesaplanmasından elde edilen daha fazla sayıda örnekle ve daha hassas
hesaplamalarla ispatlanmaya çalışılmıştır.

Buradaki üçüncü baskıda, çeşitli maddelerden oluşmuş ortamların dirençleri,
öncekilerden daha detaylı ve etraflıca incelenmiştir. Bir de, havalı bir
ortamda düşen ağır cisimlerin dirençleri hakkında yapılmış yeni deneyler
eklenmiştir. Üçüncü Kitap, Ay'ın, yörüngesinde gezinebilmesi için kütle
çekimi kuvvetinin gerektiği argümanının ispatlanması için genişletilmiştir.
Ve buna, Jüpiter'in çeşitli görünüşlerindeki çaplarının birbirine orantısı
konusunda Mr. Pound'un gözlemleri eklenmiştir. Buna, 1680 yılında gözüken
Kuyrukluyıldız'ın Mr. Kirk tarafından yapılan gözlemleri de ilave
edilmiştir. Bu Kuyrukluyıldızın, yörüngesi Dr. Halley tarafından elips
şeklinde bir modelle hesaplanmıştır, 1723 yılında gözüken kuyrukluyıldızın
yörüngesi de Mr. Bradley tarafından hesaplanmıştır.















Tanımlar



Birinci Tanım



Maddenin miktarı, hacminden ve yoğunluğundan beraberce gelen niceliğin
ölçüsüdür.

Bu şu anlama gelir: iki misli yoğun bir hava iki misli geniş hacimde
miktar açısından dört mislidir. Eğer, hacim üç misline çıkarılırsa maddenin
miktarı 6 misline çıkar. Aynı fiziksel mantık sıkıştırılarak
yoğunlaştırılmış veya sıvılaştırılarak yoğunlaştırılmış kar, çok ince toz
ve pudramsı incelikte tozlar için de geçerlidir. Bu mantık, yoğunlaştırma,
hangi fiziki mekanizma ile yapılmış olursa olsun bütün cisimler için
geçerlidir. Bu tanımlama, özü, biçiminin kenar yüzeylerinden serbestçe
taşıp duran maddeler için geçerli olmayabilir. Metnin bundan sonraki
kısmında, cisim veya kütle dediğimde kastettiğim nicelik budur. Aynı şey
her cismin ağırlığından da bilinebilir. Çünkü bu ikisi birbirine
orantılıdır. Bunu da çok hassas bir ustalıkla yapılmış sarkaçlarla yaptığım
deneylerden buldum. Bunlardan metnin ilerideki kısımlarında söz
edilecektir.



İkinci Tanım



Hareketin niceliği, bir maddenin miktarından ve hızından beraberce oluşan
ölçüdür.

Bütünün hareketinin toplamı, bütünü oluşturan parçaların hareketlerinin
toplamından ibarettir. Bu mantıkla, iki misli nicelikteki bir cisimde,
hızın eşit olduğu durumda hareketin niceliği iki mislidir. Hız da iki
misline çıkarılırsa hareketin niceliği dört misline çıkar.







Üçüncü Tanım



vis insita, maddede yaradılıştan gelen içkin bir özelliktir ve bir direnme
kuvvetidir. Bu özellik sebebiyle her cisim, içinde bu özellik olduğu
ölçüde, mevcut halini sürdürmede ısrar eder. Bu hal ister sabit durma hali
olsun ister düz bir hatta ileriye doğru sabit bir hızla hareket hali olsun.


Bu kuvvet ait olduğu cisme her durumda orantılıdır. Kütlenin ataletinden
farklı değildir; ancak bizim onu kavrayışımız biraz farklıdır. Bir cisim,
atâletinden ötürü, sabit durma halinden veya hareket halindeki halinden
ancak zorlukla hâl değiştirtilebilir. Bu değerlendirmeye göre, bu vis
insita, özel bir adla vis inertia olarak da adlandırılabilir. Ya da atâlet
kuvveti. Ancak bir cismin, söz konusu kuvveti ancak, başka bir kuvvet, ona
tesirde bulunarak mevcut halini değiştirmeye teşebbüs ettiğinde faalleşir.
Bu kuvvetin fiili hale geçmesine, hem bir direnme kuvveti hem de itme
kuvveti olarak bakılabilir. Cismin, tesirde bulunan kuvvete, mevcut halini
sürdürmesi için karşı koyması düşünüldüğünde, direnç olarak düşünülebilir.
Cismin, diğer Cismin kuvvetinin tesirine karşı etkilenmeyip diğer cismin
mevcut halini de değiştirme girişimine itme denir. Konuyu derinlemesine
anlamayanlarca; direnç, durma halindeki cisimlere atfedilir. Tesir ise
hareket halindeki cisimlere atfedilir. Ne var ki durma hali ve hareket hali
birbirinden ancak izâfi olarak ayırt edilebilir. Bir de, genellikle
zannedildiği gibi, Cisimler durma halinde kaim değildir.



Dördüncü Tanım



Tesir eden bir kuvvet, bir Cisim üzerine tesirde bulunup bu Cismin halini
değiştiren bir kuvvettir. Bu hal ister sabit durma hali olsun ister düz bir
hatta ileriye doğru hareket etme hali olsun.

Bu kuvvet sadece harekette mevcuttur. Hareket bittiğinde cisimde kalmaz.
Zira, bir Cisim, her yeni hali, kendi vis inertia'sı ile sürdürür. Tesir
eden kuvvetler değişik kaynaklardan kaynaklanmış olabilir. Örneğin, darbe,
basınç veya merkezcil kuvvet gibi.







Beşinci Tanım



Merkezcil kuvvet, Cisimlerin, bir merkez noktaya doğru çekilmesi,
sürüklenmesi veya bir yolla yönelmesidir.

Kütle çekimi bu türden bir kuvvettir. Bu mantığa uygun olarak Cisimler
Dünya'nın merkezindeki mıknatısiyete doğru çekilir. Tıpkı demirin bir
mıknatıs parçasına çekilmesinde olduğu gibi. İşte bu kuvvet, özü her ne
olursa olsun: Gezegenlerin mütemadiyen doğrusal hatlardaki hareketlerinden
merkeze doğru çekilmesindeki gibidir. Bu olmasaydı gezegenler doğrusal
hareketlerine devam edip giderlerdi. Bir taşı bir ipin ucuna bağlayıp
çevirdiğimizi düşünelim. Hareket halindeyken, taş, çeviren elden kaçıp
gitmeye yönelir. Bu yönelişle, ipi gerer. El, ipi ne kadar hızla döndürürse
bu kaçma kuvveti o ölçüde nicelik kazanır. Bırakıldığı anda, taş uçup
gider. Taşın bu kaçma yönelimine karşı koyan bir kuvvet vardır. Bu kuvvet
yoluyla ip taşı mütemadiyen ele doğru geri çeker. Ve taşı yörüngesinde
tutar. Bu kuvvetin yönü merkeze doğru olduğu için buna merkezcil kuvvet
adını veriyorum. Ve aynı mantık, yörüngede dönen cisimlerin hepsi için
işler. Bu cisimlerin hepsi, yörüngelerindeki merkezlerinden dışarı doğru
kaçmaya yönelir. Ve eğer, bu yönelişe karşı onları kısıtlayan ve
yörüngelerinde tutan bir başka kuvvet olmasaydı bunlar doğrusal bir
hareketle uçup giderlerdi. Fırlatılan bir Cisim, eğer, kütle çekimi
olmasaydı ve atmosferdeki havanın direnci olmasaydı, Dünya'ya doğru sapmaz
doğrusal bir hattaki hareketine devam edip giderdi. Kütle çekimi nedeniyle
bu Cisim, doğrusal yönelişli hareketinden bir tarafa mütemadiyen çekilir ve
Dünya'ya doğru saptırılır. Bunun azlığı çokluğu da kütlesine ve hareketin
hızına göredir. Kütle çekimi, cismin içerdiği madde miktarına bağlı olarak,
ne ölçüde azsa ya da fırlatılma hızı ne ölçüde çoksa, bu Cisim ona uygun
ölçüde öteye gidecektir. Bir demirden yapılma top hayal edin. Bu demirden
top bir dağın tepesinden fırlatılma konumunda olsun. Bu fırlatılış da
barutun patlaması ile sıkışan havanın ittirmesiyle oluşmuş olsun. Topun
hareketinin hızı da belli bir hızda tanımlansın. Topun fırlatılışının yönü
de ufka paralel bir açıyla olsun. Bu topunu hareketini geometrik olarak
betimlersek: Eğrisel özellikte bir çizer. Yere çarpmadan önce de, karadan
ölçüldüğünde iki millik bir mesafeyi alır. Bu hızın iki veya on misli bir
hızla fırlatılmış bir Cisim, havanın direncini yok sayarsak, iki veya on
misli bir mesafeyi alır. Cismin fırlatıldığı hızı artırmak yoluyla, bu
cismin fırlatılıp düşeceği mesafeyi ayarlayabiliriz. Bu cismin havada
alacağı yolu temsil eden çizginin eğriliğini arttırabiliriz. Örneğin, en
nihayetinde düşeceği mesafeleri, Dünya'nın küresinin merkezini gören
açıların karşısındaki yay uzunlukları ile özdeş kılıp örneğin 10, 30, 90
derecelik açılarla temsil edebiliriz. Hatta öyle bir uç durum tasavvur
edilebilir ki: Top, Dünya'nın çepeçevre dolanıp fırlatıldığı noktaya
düşebilir. Daha da ilginç bir düşünce deneyi de topun hiç düşmeyip uzaya
kaçmasıdır. Bu durumda top hareketine sonsuzca devam eder. Aynı mantıkla
düşünecek olursak: Fırlatılan bir cisim Kütleçekimi'nin tesiriyle bir
yörüngede dolaştırılabilir. Bu yörünge gezegenin veya uydusunun yörüngesi
olabilir. Bu cismi yörüngede dolaştıran kuvvet, cisim eğer kütleçekimine
haizse kütleçekimi olabilir ya da başka herhangi bir kuvvet olabilir. Bu
kuvvet mütemadiyen cismi gezegen'e doğru çeker. Ve bu cisim gezegene doğru,
doğrusal hatlardan eğrisel hatlara azıcık beri çekilir. Bu cisim, kendi
haline bırakılsa kendi öz kuvvetiyle izleyeceği doğrusal hatlardan
saptırılır. Bu betimleme ile başlangıcı çizilen yörüngede döndürülebilir.
Dünya'nın doğal bir uydusu olan Ay da, bu tür bir kuvvet olmaksızın
Dünya'nın yörüngesinde tutulamaz. Bu nedenle, eğer bu kuvvet çok küçük
olsaydı Ay'ı doğrusal hatlı yörüngesinden çevirip çekmeye yetmezdi. Eğer
çok büyük olsaydı Ay'ı yörüngesinden Dünya'ya doğru aşağı çekerdi. Bu
mantık gereğince[1] bu kuvvetin çok hassas ve tam bir şekilde ayarlanmış
olması gerekir. Bunun hesabını yapmak matematikçilerin işidir. Yani: verili
bir hızla verili bir yörüngede dolanması istenen bir cismi, yörüngede
tutarak dolandıran kuvvetin tam ve hassas niceliği. (Ya da bunun tam
tersi.) Verili bir yerden, verili bir hızla, verili bir kuvvetle fırlatılan
bir cismin, doğal olarak seyir edeceği doğrusal hatlı rotadan çekilip
saptırılan eğrisel hatlı rotasını bulmak işi.

Bir merkezcil kuvvetin niceliği 3 türlü olabilir: Mutlak, ivmelenmeli,
müteharrik.(hareket ettiren)

Altıncı Tanım

Bir merkezcil kuvvetin mutlak niceliğinin ölçüsü, o cismin merkezinden her
yöne doğru tesir eden ………………………………………………………………………………………………………

Bu mantıkla denilebilir ki: Bir mıknatısın çekim kuvveti, diğerinin çekim
kuvvetine göre, boyutlarına ve tesirinin yoğunluğuna göre farklı farklı
olabilir.

Yedinci Tanım

Bir merkezcil kuvvetin ivmelenmesinin niceliği, belirlenmiş-tanımlanmış bir
sürede oluşan hızla orantılıdır.

Bu nedenle, bir mıknatısın çekim kuvveti düşünülürse: Mesafenin normalden
az olduğu durumda, normalden fazladır, mesafenin iyice azaltıldığı
durumdaysa bundan da fazladır. Bir de: Kütle çekimi kuvveti: Vadilerde,
çok yüksek irtifalı dağlara göre, fazladır. Hatta, Dünya'nın yüzeyindeki
noktalardan ötelerdeki büyük mesafelerde, dağlara göre de azdır. (bundan
sonra gösterileceği gibi) Ancak, dünyanın merkez noktasına göre eşit
mesafelerdeki her yerde kütle çekimi kuvveti birbirine eşittir. Çünkü
havanın direncini deney maksatları için hariç tutsak da havanın varlığını
bir deney koşulu olarak dâhil etsek de, bu kuvvet düşen cisimlerin hepsini
eşit ölçüde ivmelendirir. Bu cisimler ister ağır olsun ister hafif olsun,
büyük olsun küçük olsun.



Sekizinci Tanım

Bir merkezcil kuvvetin sevk edilmesinin niceliği, bunun, verili bir sürede
oluşturduğu hareketle orantısının ölçüsüdür.

Bu nedenle, ağırlık, büyük bir cisimde, küçük bir cisme göre nicelik olarak
fazladır. Deniz seviyesinde, yüksek irtifalı yerlere göre fazladır. Bu
türden bir nicelik, Merkeze Doğru Yönelimlilik demektir. Başka bir deyişle,
cismin bütününün merkeze doğru yönelimli olması demektir. Ya da
diyebileceğimiz gibi ağırlık. Bu nicelik de, her zaman, buna eşit nicelikte
ancak ona karşı koyan başka kuvvetin niceliğiyle bilinir. Bu kuvvet, tam da
cismin aşağı inmesini engelleyecek ölçüde yeterli bir kuvvettir. [2]

Bu kuvvetlerin nicelikleri, kısaca ifade etmek istendiğinde, Muharrik
Kuvvet, İvmelendiren Kuvvet ve Mutlak kuvvetler olarak adlandırılır. Ve
bunları birbirinden ayırt etmek amacıyla, bir merkeze doğru yönelimli olan
cisimler ile bu cisimlerin bulunduğu yerler ve bunların yöneldiği kuvvet
merkezlerine göre sınıflandırılır. Bu mantıkla, bir cisme yönelik muharrik
kuvvet'i , cismin çeşitli parçalarının her birinin toplamının, cismin
merkezine doğru eğilimi ve yönelimi olarak tanımlıyorum. Bu nedenle, bir
cisme tesir eden muharrik kuvvet, cismin bütünün çeşitli parçalarının ayrı
ayrı eğilimlerinin ve yönelimlerinin toplamı olarak tanımlıyorum. Bir
cismin ivmelendiren kuvvetini ise, o cismin bulunduğu yere atfen, bir
merkezden, etrafındaki yerlere doğru yayılan ve oralarda bulunan cisimleri
hareket ettiren bir kuvvet veya enerji olarak düşünüyorum. Bir merkeze
yönelik mutlak kuvveti de, herhangi bir sebepten oluşan ve bu olmaksızın
diğer muharrik kuvvetlerin etraftaki alanlara tesir edemeyeceği nitelikteki
bir kuvvet olarak tanımlıyorum. Bu sebep, merkezi bir cisim olabilir,
örneğin, mıknatıslık tesir sahasında Mıknatıs taşının merkezidir. Ya da
yerdeki çekim kuvvetinde Dünya'nın merkezidir. Ya da şu anda açık ve seçik
olmayan başka bir şey olabilir. Bu nedenle, benim buradaki kurgum, fiziki
sebeplerine ve temellerine hiç değinmeden bu kuvvetlerin sadece
matematiksel bir kavramını vermekten ibarettir.

Bu bağlamda, ivmelendiren kuvvet, muharrik kuvvete göre, sanki hızın
harekete göre durumu gibidir. Zirâ, hareketin niceliği, maddenin kütlesinin
içine çekilen hızdan ileri gelir. Ve muharrik kuvvet, de benzer bir şekilde
aynı kütlenin içine çekilen ivmelendiren kuvvetten ileri gelir.
İvmelendiren kuvvetin, cismin çeşitli parçaları üzerindeki tesirlerinin
toplamı, bütün cisme tesir eden muharrik kuvveti oluşturur. Bu nedenle;
Dünya'nın yüzeyine yakın yerlerde, accelerative gravity (ivme kuvveti)
(Kütleçekimini hesaplamak için çarpan olarak denkleme giren kuvvet ?) bütün
cisimler üzerinde aynı ölçüde tesirde bulunur. Motive gravity ya da Ağırlık
Cismin kendi gibidir. Ancak, irtifası (yüksekliği) nispeten fazla yerlere
çıkarsak, buralarda accelerative gravity, öbür yere göre az olduğundan,
Ağırlık bunun nispetinde olarak azalır. Her zaman, Cismin kütlesi ile
accelerative gravity'nin çarpımıdır. O halde, accelerative gravity'nin
yarıya indiği irtifalarda, 2 veya 3 misli az ağır olan bir Cismin ağırlığı,
4 veya 6 misli az ağır olur.

Benzer şekilde; Çekme ve İtme, fenomenlerini de; metinde aynı anlamda
kullanıyorum. Çekme, İtme veya (bir merkeze doğru herhangi türden bir
Yönlenim/eğilimi) karışık olarak ve ayırt etmeksizin birbirinin yerine
kullanıyorum. Bu kullanımda da bu kuvvetleri fiziki olarak değil
matematiksel anlamında kullanıyorum. Bundan ötürü, okur, metinde bu
kelimeler geçtiğinde, bu kuvvetlerin fiillerini, sebeplerini ya da bunların
fiziksel sebeplerini tanımlayıp betimlediğimi zannetmemelidir. Ya da bu
kuvvetlere çeşitli fiziki merkezler de atfetmemelidir. Örneğin, bunlar
metinde, çeken merkezler ya da çekme kuvvetiyle dolu merkezler şeklinde
geçtiğinde, bunları sadece matematiksel anlamda merkezler olarak
düşünmelidir.



YORUM



Buraya kadar, nispeten az bilinen kelimelerin tanımını verdim. Ve bu
kelimelerin, metnin ilerideki kısmında nasıl anlaşılması gerektiğini
açıkladım. Zamanı, Mekân'ı, Yer'i ve Hareket'i, genelde halkın kullandığı
anlamda tanımlamıyorum. Şu gözlemimi de belirteyim ki: Halk, bu
nicelikleri, ancak duyularla bildiği cisimler ile ilişkisi yoluyla idrak
edebiliyor. Ve buradan bir takım önyargılar doğduğundan bunları düzeltmek
amacıyla bir takım ayrımlar yapmak gerekiyor: Bu nicelikleri Mutlak ve
Göreli (İzâfi), Hakiki ve Görünüşte, Matematiksel ve Halkın anladığı
şekliyle olarak iki kategoriye ayırıyorum.

I.Mutlak, Hakiki, Matematiksel Zaman, kendinden ve kendi özelliğinden
kaynaklanan bir yeknesaklık ve ölçülülükle 'akar'. Dışsal-cisimsel olan
hiçbir şeyle ilgisi yoktur. Başka bir ismiyle müddet de denilir. Göreli
(izâfi) Görünüşteki ve Halkın anladığı anlamdaki Zaman ise, Müddet'in,
hareketler yoluyla ölçülebilen ve duyularla bilinen ve dışsal olan türüdür.
Zaman'ın bu türü ise Halk tarafından kullanılır; örneğin bir Saat, bir Gün,
bir Ay vb…

II. Mutlak Mekân: kendi özelliği itibariyle, dışsal herhangi bir cisme atıf
yapmaksızın, her zaman kendine benzer ve hareket ettirilemez özelliktedir.
Göreli (izâfi) mekân, Mutlak Mekân'ın, hareket ettirilebilir bir boyutu ya
da ölçüsüdür. Bunu duyu organlarımız, duyu organlarıyla bildiğimiz
cisimlerin, göreli mekândaki konumuna göre saptar. Bu ise, halk tarafından
mutlak mekân zannedilir. Buna örnek olarak, yeraltını, hava küreyi,
fezâ'yı[3], Dünya'nın göreli mekândaki konumuna göre saptanan diğer
boyutları verebiliriz. Mutlak ve göreli mekân, şekil ve magnitüd olarak
aynıdır, ancak sayısal olarak her zaman aynı kalmayabilir. Örneğin, Dünya
hareket ederse; bir mekân, Hava kürenin mekânı, Dünya'ya göre ve Dünya'dan
bakıldığında; her zaman aynı kalır. An'ın birinde; Hava'nın geçip hareket
ettiği mutlak mekânın bir kısmında olacaktır. Bir diğer An, bir başka
kısmında olacaktır. Mutlak mekân açısından düşünüldüğünde; daima birbirine
göre değişebilir nitelikte olacaktır.



III. Yer, bir cismin Mekân'da kapladığı kısmıdır. Ve mekân'a göre, ya
mutlaktır ya görelidir. Bunu derken, Mekân'ın bir kısmı demek istiyorum.
Yani, konumunu ya da cismin dışının yüzeyini kastetmiyorum. Çünkü eşit
ölçüdeki katı cisimlerin yerleri daima eşittir. Ancak, bunların yüzeyleri
biçimlerinin birbirine benzememesi nedeniyle, çoğu zaman eşit değildir.

Konumların bir niceliği yoktur; onların kendilerinin yerlerin bir özelliği
olarak Yer olduğu da öne sürülemez.

Bütünün hareketi; bütünü oluşturan parçalarının toplamına eşittir. Bu da şu
anlama gelir. Bir bütünün yerinden taşınması demek bütünü oluşturan
parçaların teker teker yerlerinden taşınması demektir. Ve bu nedenden
ötürü, bütün'ün yeri bütünün parçalarının yerlerin toplamına eşittir.
Bundan ötürü, cismin içinde olup cismin tümündedir.

IV. Mutlak hareket, bir cismin mutlak yerinden diğerine taşınmasıdır. Bu
nedenle, yelkenlerini açmış giden bir gemide; bir cismin bulunduğu göreli
yer, geminin cisminin bulunduğu kısmıdır. Başka bir deyişle, cismin
doldurduğu hacimdeki kısımdır ve bu hacim geminin hareketiyle beraber
hareket eder.

Göreli atâlet; bir cismin, geminin aynı kısmındaki ya da aynı hacimdeki
devamlılığıdır. Ancak, hakiki ya da mutlak atâlet, bir cismin, hareket
ettirilemez mekânının aynı kısımdaki devamlılığıdır. Ki bu geminin cüssesi,
içindeki hacim; ve hacmin içindeki her şeyin hareket ettirildiği noktadır.

Bu konuma binaen, eğer Dünya, hakikaten, atalet halindeyse, geminin
üzerinde göreli atâlet halindeki Cisim, geminin Dünya üzerindeki hızıyla
aynı ölçüde hareket edecektir. Ancak, eğer, Dünya da hareket ederse; cismin
hakiki ve mutlak hareketi, kısmen Dünya'nın mutlak mekândaki hakiki
hareketinden, kısmen de gemi'nin Dünya'daki göreli hareketinden oluşur. Ve,
eğer Cisim de gemi içinde göreli hareket halindeyse; bu hareketten
hakikisi, kısmen Dünya'nın hakiki hareketinden, kısmen de gemi'nin Dünya
üzerindeki göreli hareketinden oluşur. Bu da şuna benzer: Gemi'nin Dünya
üzerinde bulunduğu hız; Doğu'ya doğru; hakiki olarak; 10,010 kısımlık bir
hız ile hareket ettiriliyormuş gibidir. Bir yandan da, geminin kendi,
kuvvetle esen bir rüzgârla ittirilerek pupa yelken Batı yönüne doğru
taşınıyor olsun. Bu hareketin hızı da bu kısımların dilimlerinin 10'u kadar
olsun. Bu manzarada da tayfalardan biri, geminin güvertesinde Doğu'ya doğru
yürüsün. Bu yürüyüşün hızı da, bahsedilen hızın dilimi olsun. Bu durumda;
tayfa; mutlak mekândaki hareket anlarında, Doğu yönüne doğru; 10,001
kısımlık bir hızla hareket etmiş olacaktır. Göreli hareket
düşünüldüğündeyse, Dünya üzerinde Batı'ya doğru, bu kısımların 9 dilimlik
bir hızıyla hareket etmiş olacaktır.

Astronomideki anlamıyla mutlak (hakiki) zaman; göreli zamandan halkın
anladığı anlamdaki zamandan, bir denklem yoluyla düzeltilir. Çünkü,
günlerin hakiki süreleri birbirine eşit değildir. Ancak, halk bunları eşit
zanneder ve zamanın ölçülmesi için kullanır. Astronomlar, göklerdeki
hareketleri daha hassas bir şekilde bilebilmek için bu eşitsizliği
matematikle giderirler. Muhtemeldir ki zamanın hassas bir şekilde
ölçülebileceği yeknesak ve ivmesz bir hareket yoktur. Hareketlerin hepsi,
ivmelendirilebilir ya da ölçüsü artan bir şekilde yavaşlatılabilir. Ancak,
hakiki ya da yeknesak ve eşit hızla ilerleyen hakiki zaman da denilen zaman
değişmez.

Süre; diğer bir deyişle, cisimlerin mevcudiyetlerini muhafaza etme müddeti
değişmez. Hareketler; hızlı olsun yavaş olsun ya da isterse hiç hareket
olmasın.

Ve bu nedenle, bunun, duyu organlarıyla bilinebilir ölçümlerinden ayırt
edilebilmesi gerekir. Bunu da astronomik denklem yoluyla hesaplarız. Bir
fenomenin çeşitli türdeki zamanlarını hesaplamak için, bu denklemin
gerekliliği, sarkaçlı saatlerle yapılmış deneylerden de evinced edilebilir.
Bunun bir yolu da Jüpiter'in uydularının tutulmalarından çıkarsanmasıdır.

Zaman'ın kısımlarının düzeni değiştirilemezdir. Aynı mantıkla, Mekan'ın
kısımlarının düzeni de değiştirilemez özelliktedir. Varsayın ki bu kısımlar
kendi yerlerinden çıkartılmış olsun. Öyle ki kendi kendilerinden
çıkartılmış gibi olsunlar. (Eğer terim doğruysa) Çünkü zamanlar ve
mekânlar, hem kendileri için yerlerdir, bir de başka şeyler için
çerçevedir. Zaman içinde bütün şeyler ''Ardışıklık'' düzenine göre
yerleştirilmiştir. Ve mekân'da ''Konumsallık'' (mevki) esasına göre
yerleştirilmiştir. Bunlar öz niteliklerinden ötürü Yer'dir. Ve cisimler ilk
önce bulundukları yerlerin değiştirilebilir olduğunu iddia etmek saçmadır.
Bu nedenle, bunlar, Hakiki Yerler'dir ve Mutlak Hareket (Hakiki Hareket)
bunların bu yerlerden bunların taşınması ile olur.

Ancak, Mekan'ın kısımları görülemediğinden, ya da kısımları birbirinden
duyu organlarımızla ayırt edilemediğinden, bunların yerine algılanabilir
ölçüleri kullanırız. Çünkü, herkes tarafından hareket ettirilemez olarak
düşünülen bir şeyden, diğer şeylerin konumlarını ve mesafelerini ve bütün
yerleri tanımlarız. Daha sonra, bu yerlere göre bütün hareketleri
değerlendiririz, bunda da cisimlerin bu yerlerin bazısından diğerine
taşındığını tasavvur ederiz. Bu mantıkla, Mutlak Yerler ve Hareketler
yerine göreli olanları kullanırız. Ve bu da günlük hayatta hiçbir sorun
çıkarmaz. Ancak, felsefi düşüncede, bunları duyu organlarımızdan gelen
bilgilerden soyutlamak zorundayız. Şeylerin özünde ne olduğunu dikkate
almalıyız ve bunları cisimlerin algılanabilir ölçümlerinden ayırt
etmeliyiz. Çünkü hakikaten atâlet halinde olup diğer bütün yerlerin ve
hareketlerin o âtıl yere referansla bilinebileceği bir cisim olmayabilir
de.

Ancak, atâlet ve hareketi, mutlağını ve görelisini, onların
özelliklerinden, sebeplerinden ve tesirlerinden ayırt edebiliriz. Atâlet'in
bir özelliği, hakikaten atâlet halindeki cisimler birbirlerine göre atâlet
halindedir. Bu nedenle, sabit yıldızların bulunduğu uzak bölgelerde, mutlak
anlamda atâlet halinde olan bir cisim mevcut olabilir. Ancak, bu bilgiyi,
kendi bölgemizdeki gökcisimlerinin birbirine göre konumlarından ve bu
cisimlerin herhangi birinin o uzaktaki cisme aynı mesafeyi koruyup
korumadığını bilemediğimizden bilemeyiz. Buradan vardığımız sonuç da hakiki
atâlet bizim bölgemizdeki gökcisimlerinin konumlarından yola çıkarak
saptanamaz.

Hareketin bir özelliği, hareket eden cismin bütünü içinde verili konumdaki
parçaları, içinde bulundukları bütünlerin hareketlerini alırlar. Çünkü,
deveran eden hareketli cisimlerde, cismin bütününün her parçası, hareket
ekseninden kaçmaya eğilimlidir. İleriye doğru hareket eden cisimleri
sürükleyen kuvvet, cismin bütününün kısımlarının birleşik sürükleyen
kuvvetinden ileri gelir. Bu nedenle, eğer, cismin etrafındaki parça
cisimler hareket ettirilirse, cismin içinde kalan ve etraftaki parçaya göre
atâlet halindeki parça da bunların hareketini üzerine alacaktır. Bu mantığa
göre; bir cismin hakiki ve mutlak hareketi, sadece görünürde atâlet
halindeki cisimlerden taşınarak çıkarılma yoluyla saptanamaz. Çünkü cismin
dış tarafındaki parçası sadece görünürde âtıl olmamalı ancak hakikaten
atâlet halinde olmalıdır. Çünkü aksi durumda şu ortaya çıkacaktır. Bir
cismin içindeki cisimler, kendilerini yakından çevreleyen cisimlerden
çıkartılırken, onların hakiki hareketlerini üzerine alır. Ve bunlardan
çıkartılmamış olanları içinse denebilir ki bunlar hakiki atâlet içinde
değildir ancak öyle görünmektedir. Çünkü, çevreleyen cisimlerle, çevrelenen
cisimlerin ilişkisi, bir şeyin bütünün dıştaki parçası ile onun içindeki
parçanın ilişkisine benzer. Başka bir benzetimle, dıştaki kabukla içteki
meyva ilişkisini andırır. Zira eğer kabuk hareket ettirilirse meyva da
hareket ettirilmiş olur. Bütünün içindeki bir parça olarak kabuktan
dışarıya çıkmaksızın hareket eder.

Az evvel anlatılan özelliğe benzer bir özellik de şudur: Eğer, bir yer
hareket ettirilirse, orada bulunan her ne varsa, onunla beraber hareket
eder. İşte, bu nedenle, bir yerden hareket ettirilen bir cisim, hareket
ettirildiği yerin de hareketini üzerine alır. Bu mantıksal
değerlendirmeyle; şu sonuca varılır. Bütün hareketler, hareket halindeki
yerlerden başlar.Bunlar bütün ve mutlak hareketlerin kısımlarından gayrı
bir şey değildir. Ve her bütün hareket, bir cismin ilk bulunduğu yerden
çıkma hareketinden ve bu yerin kendi ilk bulunduğu yerden çıkma
hareketinden müteşekkildir. Ve bu böyle zincirleme sürer gider. Ta ki,
artık sabit bir yer buluncaya kadar. Buysa, önceki örnekte bahsedilen
tayfanın örneği gibidir. Bu mantıkla, tam ve mutlak hareketler, sabit
yerlerden başka bir şey ile tâyin edilemez. Ve bu nedenle, daha önce bu
mutlak hareketlere ve sabit yerlere ancak göreli hareketler için hareket
ettirilebilir yerlere değindim.

Bundan gayrı hiçbir yer sabit değildir. Ancak, bunlar, bir sonsuzdan diğer
bir sonsuza, birbirine göre verilmiş konumlarını muhafaza eder. Ve bu
mantığa göre her zaman sabittirler. Ve bu özellikleriyle, benim sabit mekân
ismini verdiğim şeyi sürdüredururlar.

Hakiki ve Göreli hareketleri birbirinden ayırt ettiren sebepler, bu
cisimleri hareketlendirmek için tesir eden kuvvetlerdedir. Hakiki hareket
ne oluşturulabilir ne de değiştirilebilir. Ancak, hareket ettirilen cisme
bir kuvvet tesir edilmesi hariç. Ne var ki göreli hareket, cisme hiçbir
kuvvet tesir etmeksizin de oluşturulabilir veya değiştirilebilir. Çünkü,
bir cismin göreli hareketi diğer cisimlere göre kıyas edilerek
yapılabildiğinden, önceki cismin hareketinin tayin edildiği diğer cisimlere
bir miktar kuvvetle tesir etmek yeterlidir. Bu yolla, cismin göreli
hareketinin veya atâletin karşılaştırıldığı öteki değiştirilebilir.

Aynı mantıkla, hakiki hareket, hareket halindeki cisme tesir eden herhangi
bir kuvvetle değişir. Ancak, göreli hareket, bu tür kuvvetlerin tesiriyle,
mutlaka değişecektir hükmüne varılamaz. Çünkü eğer, mukayesenin yapıldığı
diğer cisimlere de aynı tarzda bir kuvvetle tesir edilirse, ve bunların
birbirine göre konumları korunursa, bu durumda, göreli hareketlerin
şartları korunmuş olacaktır.

Ve bu nedenle, göreli hareketlerin hepsi değiştirilebilir iken, hakiki
hareket değişmeksizin kalır. Ve göreli hareket korunurken hakiki hareket
bir ölçüde değiştirilebilir. Bu değerlendirmeye göre; hakiki hareket bu
ilişkiler sisteminde mevcut olamaz. Mutlak hareketi, göreli hareketten
ayırt ettiren olgu, dairevi hareket ekseninden kaçma kuvvetidir. (
Çevirenin Notu: Merkezkaç kuvveti, santrifüj kuvveti de denilir.) Çünkü,
tamamıyla göreli bir dairevi harekette bu türden bir kuvvet yoktur. Ancak,
hakiki ve mutlak dairevi harekette, az veya çok, hareketin niceliğine göre
mevcuttur. Uzunca bir ipin ucuna bağlanmış bir kap düşünelim. Bu kabın
içine su da doldurulabilir. Bu düzenek hızlı hızlı çevrilerek ipin sımsıkı
gerilmesi sağlansın. Sonra, kaba su konsun. Bu ipe tutturulmuş kap ve
içindeki su atâlet halinde tutulsun. Sonra; başka bir kuvvetin aniden
yaptığı bir fiille, tam tersi yöne çevrilsin. Bu esnâda, ip gevşerken, kap
bir süre daha yapageldiği hareketini sürdürür. Kabın içindeki suyun yüzeyi
durgundur. Bu da tıpkı, düzeneğin harekete başlamadan önceki durumu
gibidir. Ancak, kap aldığı hareketi aşama aşama içindeki suya iletecektir.
Ve onu algılanabilir halde döndürmeye başlayacaktır. Suyun hareketi şöyle
olur: Azar azar kabın ortasından çekilmeye başlar. Ve kabın kenarlarına
doğru yükselir. Su içbükey bir biçim alır. (Bunu da deneyle biliyorum)
Hareket ne ölçüde hızlanırsa su da kabın içinde o ölçüde tırmanır. En
sonunda suyun kendi deveranı, kap ile aynı zamana uyar. Sonunda kabın
içindeki su kaba göre atâlet haline geçer. Suyun bu tırmanması, maddenin
hareketin ekseninden kaçma eğilimini gösterir. Ve suyun hakiki ve mutlak
dairevi hareketi, bu örnekte, göreli olan harekete tamamen terstir. Su
kendini açıp yayar ve girişimi ölçülebilir.

Başlangıçta, suyun kaptaki göreli hareketi maksimum seviyesinde olduğundan
su, hareketin ekseninden kaçma eğiliminde değildir. Su, kabın çeperine
doğru hiçbir yönelim göstermez; kabın kenarlarından yukarı da yükselmez. Bu
sebeple, hakiki dairevi hareketi henüz başlamamıştır. Ancak sonra, suyun
göreli hareketi azalır ve buna bağlı olarak, su kabın içinde kabın
kenarlarından tırmanıp yükselmeye başlar. Ve hareketin ekseninden kaçma
eğilimi belirir. Suyun hakiki dairevi hareketi mütemadiyen artma eğilimine
girer. Ta ki en yüksek seviyesine çıkana değin. Bu duruma gelmiş su, kabın
içerisinde göreli atâlet halindedir.

Ve bu nedenle, bu eğilim, suyun ambient cisimlere göre taşınmasına bağlı
değildir. Hakiki dairevi hareket de bu tür taşınmalarla tanımlanamaz. Dönen
bir cisimde, sadece tek bir hakiki dairevi hareket vardır. Buysa, bu
hareketin dönme ekseninden bir tek kaçma kuvvetine denk gelir. Bu tesir de
bu hareketin doğal ve ölçülü bir neticesidir. Ancak, aynı cisimdeki, göreli
hareketler, sayılamayacak kadar çoktur. Bunlar, cismin dışındaki cisimlere
göre bilinir. Bunların her biri hakiki bir tesirden yoksundur. Hepsinin
birden katıldığı cismin bir tek hakiki hareketi istisnâ tutulursa.

Ve benzer mantıkla şöyle akıl yürütülebilir: Göklerdeki bütün cisimlerin,
sabit yıldızların küresinin altında deveran ettiğini ve bu dönüşle kendi
içlerinde bulunan gezegenleri ve göğün çeşitli parçalarını da beraberinde
taşıdığını kabul eden Gökler Kuramı[4] düşünülürse: Bu gezegenlerin ve
diğer gökcisimlerinin kendi kürelerinin içinde göreli atâlet halinde
bulunduklarını, ancak hakikatte hareket halinde oldukları anlaşılır. Çünkü,
bunların konumu birbirlerine göre değişir durur. Buysa, hakikaten atâlet
halinde bulunan cisimlerde olmasa gerektir. Bu gök küreleri içinde
taşınarak hareket ettirilen gök cisimleri, dönen gök kürelerinin
hareketlerini içlerine alır. Ve bunlar deveran eden bütünün parçaları
olarak düşünülür. Bu durumda da dönüşün hareket ekseninden kaçma
eğilimindedirler. Buna göre, göreli nicelikler, niceliklerin kendisi
değildir. Bunların sadece ismini taşırlar. Deneyle bilinebilir ölçüleridir
ve (çeşitli hassaslık derecelerinde) ölçülmüş niceliklerin yerine
kullanılır.

Ve eğer, kelimelerin anlamı, kullanılışları ile saptanacak olursa, o halde,
Zaman, Mekân, Yer ve Hareket isimleriyle, bunların ölçüsü düzgün
anlaşılabilir. Ve bunun göstergesi de (eğer ölçülmüş nicelikler
kastedilmişse) tuhaf ve saf bir matematiksel dille olur.

Buna göre, bu mantık, Kutsal Metinleri esnetir: Çünkü o metinlerde, bu
kavram ve kelimeler tefsir edilmiş ancak deneyle sınanmamış, nicelikler
dikkate alınmamıştır. Bu mantık, matematiksel ve felsefi hakikatlerin
saflığını da zedeler. Zira bunlar, hakiki niceliklerin kendisini, bunların
cisimlerle ilişkisiyle ve kabaca alınmış ölçümlerle karıştırıp bozar.

Aslında, çeşitli cisimlerin hakiki hareketlerini görünürdeki
hareketlerinden ayırt etmek ve işin esasını keşfetmek çok zordur. Çünkü,
söz konusu hareketlerin olduğu Hakiki Mekânın kısımları insan duyuları ile
gözlemlenebilecek mahiyette değildir. Ancak, yine de sorun içinden
çıkılamayacak kadar çapraşık değildir. Çünkü bize kılavuzluk edecek bir
takım fikirlerimiz var. Bu fikirlerin bazısı, görünüşteki hareketlerden
bilinir, Görünüşteki hareket de hakiki hareketlerin farklarıdır.
Fikirlerin, diğeri de, hakiki hareketlerin sebeplerinden ve tesirlerinden
bilinen kuvvetler ile ilgilidir.

Örneğin, eğer, 2 küresel cisim, birbirinden belli bir mesafede tutulursa,
ve bu ikisi bir ip ile birbirine bağlanırsa…Bu düzenek bunların ağırlık
merkezi noktasından döndürülürse; biz gözlemci olarak ipin gerilmesini
gözlemleyerek küresel cisimlerin hareketlerinin ekseninden kaçma
eğilimlerini keşfedebiliriz. Buradan, yola çıkıp bunların dairevi
hareketlerinin niceliğini de hesaplayabiliriz. Sonra da deneye başka bir
unsur ekleyebiliriz. Kürelerin her birine, dairevi hareketlerini azaltmak
ya da çoğaltmak için eşit kuvvetlerle tesir edebiliriz. Sonra, ipin
gerilmesinin artışından veya azalışından, bu hareketlerin, artışını veya
azalışını çıkarsayabiliriz. Ve bu yolla, küresel cisimlerin hareketlerini
maksimum ölçüde artırmak için bu kuvvetlerin kürelerin hangi yüzünün
yüzeyine uygulanması gerektiğini bilebiliriz. Bu da demektir ki, en
arkadaki yüzlerini keşfedebiliriz; ya da başka bir deyişle dairevi
harekette takip eden yüzlerin yüzeylerini tayin edebiliriz. Ancak, takip
eden yüzlerin bilinmesi ve bunun sonucu olarak, onlardan önde giden
karşıdaki yüzlerin bilinmesi yoluyla hareketin doğrultusunu da bilebiliriz.
Ve bu mantıkla dairevi bir hareketin hem niceliğini hem de doğrultusunu
(istikametini) bilmemiz mümkündür. Hatta bunu, küresel cisimlerin
hareketlerinin karşılaştırılabileceği hiçbir dışsal veya algılanabilir
cisim olmasa dahi bilebiliriz.

Ancak, varsayın ki, o uzay boşluğunda, birbirlerine göre verili konumunu
hep koruyan uzak gökcisimleri yerleştirilmiş olsun. Bu da tıpkı sabit
yıldızların, uzayın bize yakın bölgesinde durduğu gibi olsun. Böyle bir
durumda, gökbilimciler, küresel cisimlerin bu gökcisimleri arasındaki
hareketin özünü anlayamazlardı: Çünkü, hareket edenin küresel cisimler mi
yoksa gökcisimleri mi olduğunu bilemezlerdi. Ancak, bunun yerine, küresel
cisimlerin arasındaki ipi gözlemlemiş olsaydık: ve bu gözlem neticesinde,
ipin geriliminin, küresel cisimlerin hızının gerektirdiği gerilim olduğunu
tespit edebilirdik. Buradan da hareketin küresel cisimlerde bulunduğunu öte
yandaki gökcisimlerinin ise atâlet halinde bulunduğunu bilirdik. Ve son
olarak, küresel cisimlerin hareketinin istikametini de, bunların
gökcisimleri arasındaki seyirlerinden bilebilirdik.

Bütün bunlardan sonra: hakiki hareketleri; sebeplerinden, tesirlerinden ve
görünüşteki farklarından nasıl hesaplayabiliriz, ve bunun tam tersi işlemi
nasıl yapabiliriz, yani hareketlerden yola çıkarak, bu hareket ister hakiki
ister görünüşte olsun, bunların sebeplerinin ve tesirlerinin bilgisine
varırız, irdelemesi takip eden kısımda daha genişçe açıklanacaktır. Gelecek
kısmı bu maksatla kaleme aldım.

Aksiyomlar






-----------------------
[1] Çevirenin Notu: Aristo'nun sebeplerine referans ver.

[2] Çevirenin Notu: Newton'un bu satırı, ''Bir cisim niçin kendi ağırlığı
altında ezilmiyor?'' sorusuna verilmiş bir yanıt gibidir.

[3] Çevirenin Notu: Yeni Türkçe'de tam karşılığı olmayan, Fezâ, Evren'deki
gökcisimlerinin arasında kalan çok geniş boşluğa verilen isimdir.

[4]
Lihat lebih banyak...

Comentários

Copyright © 2017 DADOSPDF Inc.