Soma Dosyası

June 23, 2017 | Autor: özgur Duygu Durgun | Categoria: Turkey, Work and Labour, Mining, Coal Mining Accidents
Share Embed


Descrição do Produto

Gidenlerin ardından Soma, bildiğiniz gibi değil…
ÖZGÜR DUYGU DURGUN
Objective Araştırmacı Gazetecilik Programı'nın desteğiyle 2014 yazında yürüttüğümüz bu dosyada, Soma'da mağdur ailelerin hikâyelerini dinlemiştik.

T24 26 Haziran 2014
Soma'nın bağrına 13 Mayıs 2014 günü düşen ateş, kor olup içten içe yanmaya devam ediyor. Resmî ağızların deyişiyle "en iyi denetlenen'' madende önce "trafo patlaması'' sonra da bazı ''sıkıntı''lar yaşanmıştı. Olayın vahameti anlaşılınca bu kez 1862 İngiltere'sinden örnekler verilerek bu tür "kaza"ların madenciliğin fıtratında olduğu söylendi ülkenin Başbakan'ı tarafından.
Sözler bir kere ağızdan çıktı mı bırakacakları etkiyi düşünmek için çok ama çok geç olabiliyor. Soma için sarf edilen sözler de böyle oldu. O talihsiz açıklamalar, ocaklara düşen ateşi bir kez daha tutuşturdu.

Soma'da hayatın uzun soluklu takibi için Objective Araştırmacı Gazetecilik Programı'nın desteğiyle yürüttüğümüz bu dosyada, resmî açıklamaya göre 301 madencinin hayatına mal olan facia sonrasında mağdur ailelerin kapısını çaldık ve hikâyelerini dinledik.
TV ekranında Soma ile ilgili bir haber sizi birkaç dakikalığına sarsıp az sonra etkisini kaybedebiliyor, ancak bizzat orada olup o gerçekliğe yakından baktığınızda çok daha derinden sarsılıyorsunuz…

Görünen o ki, ateş sadece Eynez'deki ocağa düşmekle kalmamış, Soma ve çevresindeki tüm ocaklarıda, yani tek tek evlerin her birini de tutuşturmuş. Dul kalan eşler, babasız çocuklar, ağabeysiz, kardeşsiz kalanlar... Buyur edildiğimiz her ocakta farklı bir hikâye, farklı bir sorun yaşanıyor.

Soma'da insanları dinlerken tutulan yasın aslında çok derin ve katmanlı olduğunu anlamaya başlıyoruz. Dinlediğimiz her hikâye farklı bir toplumsal soruna işaret ediyor. Ölen işçilerin hukuki hakları işin bir boyutu... Faciadan yaralı veya kıl payı kurtulan işçilerin bundan sonraki hayatlarına nasıl devam edecekleri hâlâ belirsizliğini koruyor. İşin çok daha ağır boyutunu ise dul kalan madenci eşleri oluşturuyor. Çoğu henüz çok genç, aralarında 18 yaşını doldurmamış olanlar var. Hatta daha vahim bir sosyal gerçeklik de çıkıyor burada karşımıza: İmam nikâhlı olup dul kalan eşler ve onların mağduriyetlerinin nasıl giderileceği sorunu.

Soma'da hayatın takibi tüm bu soruların, belirsizliklerin ve tabii resmî makamlar tarafından verilen sözlerin de takibi anlamına geliyor. Bu dosyada, kişisel tarihime "doğum yerim" olarak geçen ancak ilk defa bu acı vesile nedeniyle gidip görme fırsatı bulduğum, sokaklarında dolaştığım Soma'yı yaz boyunca mercek altına alarak buradaki hikâyelerin peşine düşecek; "kara elmas" diyarının bu en sıcak yazında Somalıları, matem tutan aileleri, onların dertlerini, beklentilerini dinleyecek ve aktaracağız.

Dizinin bu ayki bölümünde Soma İçin Adalet Komitesi'nde gönüllü çalışan avukatları, madende ölen Serkan'ın imam nikâhlı 16 yaşındaki eşini, ölen eşine mektuplar yazan Miyase'yi, ölen maden işçisi Hüseyin'in genç ve Alevi eşi Elif'i, Başbakan'la görüşen heyetteki 10 işçiden biri olan Arif'i ve Soma madeninde çalışan Zafer'in hikâyesini okuyacaksınız.

'Sakın ola hayrımıza yardım getirmeyin'

21 Haziran. Soma en uzun gün ve en kısa geceyi yaşıyor. Ama Soma aynı zamanda facianın 40. gününü de yaşıyor. Soma'da madencilerin bir daha asla dönemeyecekleri evlerinde ve sokaklarda hayırlar veriliyor, lokmalar dağıtılıyor. Soma esnafı, dükkânların önüne astıkları pankartlarla tepkisini gösteriyor: "Yanan bizdik siz kömür sandınız","Alnımız pak yüzümüz kara, 301 can verdik kapanmaz yara", "Maden de bizim madenci de", "Kömür bitti"...

Türk bayraklarının asıldığı 'şehit' evlerini dolaşıyoruz. Evlerdeki sessizliği dışarıdan yardım amaçlı gelen misafirler bölüyor. Bursa'dan, İstanbul'dan, İzmir'den, Kanada'dan gelenler var. Yardım için Soma'ya gelenler çocuklara oyuncaklar getirmiş. Kimisi burs verecek öğrenci arıyor. Madencilerin dul eşlerine zarflar içinde para yardımı yapanlar da var. Genç bir madenci eşi, "Sakın ola ki hayrımıza yardım (para, oyuncak, giysi vs.) getirmeyin. Biz o gün sadece hayır yapmak istiyoruz, başka hiçbir şey istemiyoruz'' diyor. Sanırız demek istediği şu: ''Bizim acımız kendimize. Yardım getireceğiz diye kendinizi boşuna yormayın çünkü biz o zarfların içinde olandan çok daha değerli bir şeyi, canlarımızı kaybettik."

Haklı, çünkü bu evlerde kocalarını madene gönderdikleri o uğursuz günü an be an yaşayan, yası öfkeye dönüşmüş, çaresiz kadınlar var. Hepsi de o kadar genç ki. Kimi yeni doğum yapmış, kimi doğacak bebeğini bekliyor. Bu genç anneler teselliyi babalarını bir daha hiç göremeyeceklerinin farkında bile olmayan çocuklarına sarılarak buluyor. Kimisi başını iki elinin arasına almış, uzaklara dalıp gitmiş. Sessiz. Kimisi kaybettiği eşiyle mektuplarla konuşmaya çalışıyor. Sanki eşi uzak bir memlekete gitmiş de yaklaşan Ramazan Bayramı'nda gelecekmiş gibi…

Yardımları belgelemek için çekilen fotoğraflar

Yardım getiren vatandaşlar bu acıya ucundan kıyısından ortak olmaya çalışıyor ama herkes biliyor ki ateş düştüğü yeri yakıyor. Dışarıdan gelenler getirdikleri yardımı bizzat kendi elleriyle teslim ettiklerini belgelemek için fotoğraflar çekiyor madenci eşleri ve çocuklarıyla. Zira yardımların güvenli ve doğru şekilde gerçek ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması konusunda da sorunlar ve sorular bir hayli fazla.

Görüştüğümüz insanların çoğu fotoğraf vermek konusunda isteksiz. Medyada görünmek istemediğini söyleyip görüşme isteğimizi kabul etmeyenleri anlayabiliyoruz. Soma küçük yer. Burada insanlar çok daha kolay damgalanıp etiketlenebiliyor. Nitekim maden işçilerinin taleplerini anlatmak için BaşbakanTayyip Erdoğan ile görüşen ekipte yer alan bir maden işçisi sırf bu görüşmeyi yaptıkları için bile yakın çevrelerinden eleştiri aldıklarını anlatıyor. Bu nedenle bu dosyada görüştüğümüz kişileri ilk adlarıyla anmayı tercih edeceğiz.

Hareketlilikten sessizliğe

Soma'da hayat, facianın olduğu 13 Mayıs'tan beri, normal seyrinde devam etmiyor. Hayat her geçen gün daha da ağırlaşıyor sanki. Faciayı izleyen ilk üç hafta ilçenin müthiş bir hareketlilik yaşadığını ancak Haziran'ın bu son günlerinde eski sessizliğine büründüğünü söylüyor Soma İçin Adalet Komitesi'nde gönüllü çalışan avukatlar.

Soma İçin Adalet Komitesi, Çağdaş Hukukçular Derneği'nin desteğiyle mağdur işçi ve işçi yakınlarına gönüllü hizmet veriyor. En yetkili ağızlardan "metanetli olunması, kadere boyun eğilmesi, ölümün bu işin fıtratında olduğu''nun söylenmesinin, yaşananların işveren ve devlet eliyle örtbas etme çabası olduğunu söyleyen gönüllü avukatlar, bu katliama yol açan tüm sorumluların ceza alması için mağdur ailelere yardım etmeye çalışıyor. Fakat dava açabilmek için birinci koşul ailelerden vekâlet almak.

16 yaşında, dul ve iki aylık hamile

Resmî rakamlara göre Soma faciasında yaşamını yitiren madencilerin 217'si babaymış. 432 çocuk babasız kalmış. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı evli olan madencilerin sayısını 255 olarak belirtiyor. Fakat kimse geride kalan dul eşlerden bahsetmiyor. Üstelik dul eşlerin durumu da hayli karışık. Örneğin Soma'da imam nikâhlı olup da resmî nikâhı olmadığı için devletin vermesi gereken tazminatlardan yararlanamayacak durumda olan pek çok kadın olduğunu söylüyor avukatlar.

Kısıtlı insan kaynağıyla çalışan komitenin ofisindeyiz. Bir telefon geliyor. Faciada hayatını kaybeden 22 yaşındaki maden işçisiSerkan'ın eşi, henüz 16 yaşında olduğu için, hukuki süreci başlatmak üzere kızın babasından vekâlet alınması gerektiği ortaya çıkıyor. Gençler imam nikâhı ile evlenmişler, resmî nikâhları yapılmamış. Durum böyle olunca genç kadının babasından vekâlet alınması elzem hale geliyor. Ancak baba yasal süreci başlatmak konusunda avukatları uğraştırıyor. Öncelikle babanın ikna edilmesi gerek. Serkan'ın eşinin ölüm aylığı ve alması gereken tazminatlara bir an önce kavuşması gerek. İki aylık hamile çünkü…

Soma için Adalet Komitesi'nin ofisinde tanık olduğumuz bu durum, Soma'da sorunların nasıl da katman katman derinleştiğini gösteren sarsıcı bir örnek. Serkan'ın eşi gibi, imam nikâhlı olup da eşini kaybeden başka örnekler de olduğunu söylüyor gönüllü avukatlar. İmam nikâhını belgeleme halinde ki düğün kaseti bile belge yerine geçebiliyor, bu genç kadınların hukuki hak talebinde bulunabileceklerini söylüyor avukatlar. Fakat imam nikâhlı olup dul kalmış olan eşler çoğunlukla sessiz kalmayı yeğliyor. Ancak kapılar çalınıp ziyaret edilirlerse gerçeğin bu yüzü meydana çıkıyor. Dolayısıyla şu anda Soma'da dul kalan kaç imam nikâhlı genç kadın olduğunu, kaçının çocuk sahibi olduğu ve mağduriyetlerinin nasıl giderileceği gibi konularda belirsizlik hakim. Soma İçin Adalet Komitesi gönüllü avukatları bu sosyal gerçeği gündemlerine aldıklarını ve takip edeceklerini belirtiyorlar. Önümüzdeki günlerde bu konunun bakanlık düzeyinde daha etraflıca ele alınıp bu insanlara ulaşılması, imam nikâhı gerçeğinin meşrulaştırılma yoluna gidilmeden bu kadınların mağduriyetlerinin giderilmesi şart.

Miyase'den ölen eşine mektuplar

Soma'da Türk bayrağı asılmış evlerden birinin kapısını çalıyoruz.Miyase'nin misafiriyiz. İki oğlan çocuğu var Miyase'nin. Gökdeniz Orta 1'e gidiyor, Anıl 4,5 yaşında. 36 yaşındaki eşi Ahmet'i yitiren Miyase isyanını bazen yüksek sesle, bazen gözyaşlarıyla anlatıyor. Acısını dindirmesine yardım etsin diye eşine hiç gönderemeyeceği mektuplar yazıyor.

"Devlet de yok, sendikalar da yok. Nerede Belediye Başkanı, nerede Tayyip Erdoğan? Ben hiç kimseyi görmedim bu zamana dek. Sadece Enerji Bakanı bir defa aradı, bir şeye ihtiyacımız olup olmadığını sordu. Hiçbir şeye ihtiyacımız yok diye cevap verdim. Sonra bir daha kimse aramadı. Enerji Bakanı da, Başbakan da, Sendika Başkanı da hepsi aynı. Hiç kimse sahip çıkmadı. Aslında biliyor musunuz o madende 301 kişi ölmedi. Orada 780 işçi kart basıp girmiş içeri. Peki, bu işçilerin aileleri nerede? Sus payı verilmiş diyorlar. İnsan nasıl susar, ben eşimi kaybetmişim. İnsanlar nasıl susuyor ben hayret ediyorum'' diyor.
Soma'da daha sonra konuşacağımız pek çok kişiden aynı şeyi duyacağız. Kimse madende 301 işçinin öldüğüne inanmıyor. Sayı çok daha fazla ama halk galeyana gelmesin, diye böyle söylenmiş inancı hâkim.

'Maden sıcak diye önce fareler kaçmış'


Miyase anlatıyor:
"Eşim biz nişanlıyken garsonluk yapıyordu. Dondurmacıda, çay bahçelerinde çalıştı. Daha sonra bir arkadaşıyla Soma'ya geldi, madende çalışmaya karar verdiler. İlk geldiğimizde 500 lira maaş alıyordu madenden. Bundan iki ay önce 'yerim çok sıcak, yerimi değiştir' demiş amirine. Amiri ile tartışmışlar. Ertesi gün baktı ki yine değiştirmemişler. Ona 'hakkını ara, yerini değiştirsinler' diye üsteledim. Benim eşim 11 yıldır aynı madende çalışıyor. Bugüne dek hiç kimseyle en ufak nedenle olsa da tartışmamıştır. Ama bu konu nedeniyle amiriyle bir gerginlik yaşadı. Eşim 5 gün işe gitmedi ama 5 gün işe gitmemek bizim için yevmiye kaybı demek. Ne yapacak? Kalkıp tekrar gitmesi gerekiyordu. Kazanın olduğu hafta, Pazar günü işe gitmedi. Pazartesi günü de ailecek pikniğe gittik. Salı günü, yani kazanın olduğu gün, yataktan çok zor kalktı. Bugün bile hâlâ inanamıyorum. Kendi ellerimle kaldırdım, onu işe gönderdim. Doğru düzgün yemek bile yememişti. Uykusu vardı hâlâ. Kendime hayret ediyorum onu nasıl zorlayarak gönderdim diye. Çocukları öptü sarıldı, bana merdivenin başında durup gülümsedi. Arkasından Ayet-el Kürsi okudum."
''Ona yeraltında en ufak bir şey olsa ben evde hissediyordum. Çok sıcakta çalıştığını anlatıyordu. Sıcakta çalışmak kolay mı? Sekiz saat. Zaten önce fareler kaçmış oradan. Hiç fare kalmamış. Ben eşimin işi bırakması için dua ediyordum. Kıdem tazminatını alabilmek için yeraltında çalışmaya devam ediyordu."
Miyase, eşi Ahmet'ten bahsederken sanki uzaklardaymış da çıkıp geliverecekmiş gibi anlatıyor. Ahmet'in özelliklerini, yapıp ettiklerini hep geniş zamanda anlatıyor. "Çok iyi kalplidir benim eşim. Başkalarını düşünür. İyilik yapmayı sever. Çocuklarına çok düşkündür, özellikle küçük oğlana."

'Ben seni o gün ölüme göndermişim'

Miyase şu anda İstanbul'dan 6 günlüğüne gelen bir psikolojik destek ekibinden yardım alıyor. Çocuklarını da terapiye götürüyor. Anıl'ın babasına çok düşkün olduğunu, babanın bir daha eve gelmeyeceğini henüz anlayamadığını ve sürekli ağladığını söylüyor. Büyük olan Gökdeniz ise tamamen içe kapanmış. Çok az konuşuyor. Annesi dili döndüğünce babalarını kaybettiklerini anlatmaya çalışıyor Gökdeniz'e… Miyase için günün en kederli saatleri akşam olunca başlıyor. O zaman alıyor kalemi eline başlıyor eşine yazmaya. "Önceki gece Ahmet'in annesi eşimi rüyasında görmüş. Annesine demiş ki 'Anne ben oradan çıkmaya çok çalıştım, çok direndim ama dayanamadım.' Benim eşim S panosunda çalışıyordu. Zaten S panosunda çalışan kimse çıkamadı oradan. Bile bile ölümü beklemişler orada. Kimse müdahale etmemiş."

Artık tek çare rüyalara sığınmak Miyase için. Ahmet'e mektubunda şöyle sesleniyor:
"Allah'ım bu gece rüyamda görmeyi nasip et bana. Çok özledim. O günden beri gözyaşım durmadı. Hep bir özlem. Hep gelecek gibi. Ama gelmeyeceksin biliyorum. Hep gözümün önündesin. Meğer ben seni o gün ölüme göndermişim…"

'Sivas gibi bir katliam'

Yolumuz bu kez Kınık'a bağlı Elmadere köyüne düşüyor. Soma'ya gelen yardımları ihtiyaç sahiplerine ulaştırmak isteyenler kendi aralarında teşkilatlanıp hemen her gün köyler de dâhil kapı kapı dolaşıyorlar. Bu gönüllü ekiplerden biri de Soma'daki cemevinde. Faciadan sonra babasız kalan iki çocuğun eğitim masraflarını karşılamak istiyor, Kanada'dan kalkıp gelmiş bir vatandaş. Özellikle de Alevi köyü olan Elmadere'deki çocuklardan birine burs vermek istiyor.
Köyde bir matem evindeyiz. Hayatını yitiren maden işçisiHüseyin'in ailesiyle konuşuyoruz. Burs alacak öğrenci bu evde. 11 cenazenin kaldırıldığı Elmadere köyündeki bu evden Hüseyin ile birlikte üç madenci cenazesi çıkmış. Biri Hüseyin'in kayınbiraderi, diğeri amca oğlu. Başka bir deyişle Hüseyin'in eşi Elif, hem kocasını, hem de erkek kardeşini kaybetmiş Eynez ocağındaki faciada.
Cemevinden gelen yetkililer 2 Temmuz'da Sivas Şehitleri'ni anmaya madencilerle birlikte gitmek istediklerini söylüyorlar. Hüseyin'in genç eşi Elif, başını iki elinin arasına alıyor ve uzun uzun iç çektikten sonra ''Sivas gibi bir katliam bu, Sivas'tan da büyük bir katliam'' diyebiliyor.

Elif'in lisede okuyan kız kardeşine soruyoruz, ''Bugüne dek devlet kapınızı çaldı mı?" "Ne çalması" diyor Ebru, ''Biz devletin kapısını çaldık hep. Buranın muhtarı akrabamız olur. Ama ona oy vermedik diye o bile gelip de bir başsağlığı dilemedi."

'Şimdi tek başıma nasıl dışarı çıkarım çarşıya'

Elif'in iki kız, bir erkek üç çocuğu var. Üçünün de daha iyi bir hayatları olsun istiyor. Elif'i kahreden, eşini kaybetmek kadar kapalı köy ortamında onu eve mahpus edecek sosyal baskı da aynı zamanda… "Benim eşim şimdi sağ olsaydı" diyor, ''Beraber çarşıya, pazara gittiğimizde bana karışmazdı. 'İstediğini alabilirsin' derdi. Şimdi ben tek başıma nasıl dışarı çıkarım burada? Kendi derdimi avutmak için çocuklarıma sarılacağım. Yeter ki onlar okusun. Onlar böyle yaşamasın."

'Hayatımı yeni doğan kızım kurtardı'

Elmadere köyünü ziyaretimiz sırasında yanımızda faciadan sağ kurtulan bir madenci de var. Adı Zafer. Ziyaretimiz boyunca sessizce bir kenarda oturuyor. Acaba hayatta kaldığı için suçluluk mu duyuyor, onun için mi bu kadar suskun diye merak ediyor insan. Zafer kendi hikâyesini, daha sonra, bizi kendi köyü Bağalan'a götürürken yolda anlatıyor. "Eşim doğum yapacaktı, ben de üç günlük doğum iznine ayrılmıştım kaza olduğunda. Benim hayatımı yeni doğan kızım kurtardı."

Zafer, beş yıldır Eynez Ocağı'nda çalışıyor. Yaşadığı köy olan Bağalan ilk kez 2003 yılında maden sektörüne işçi vermeye başlamış. Öncesinde ana geçim kaynağı tütüncülükmüş. Zafer'in aylık geliri bin, ev kirası 750 TL. Şimdi ikinci bebeğin gelmesi evdeki masrafların da artması anlamına geliyor. Zafer ve eşi Cemile kara kara ne yapacaklarını düşünüyorlar. Zafer'in bu faciadan kıl payı kurtulmasına doğru dürüst sevinememişler bile. Şu anda işe gitmiyor ama her an çağrılmak korkusunu da yaşıyor.
Cemile kocasını madene gönderirken hep tedirgin olduğunu, beş dakika gecikse hemen kapıya çıkıp servis aracının yolunu gözlediğini söylüyor. Zafer ise, iş değiştirmeye dünden razı. Ancak şu anda yaşadıkları en büyük sıkıntının hukuki süreçle ilgili belirsizlik olduğunu anlatıyor. "Avukatlara danışıyoruz. Bize tek söylenen beklememiz gerektiği. Biz de çaresiz bekliyoruz. Bana çıkışımı, tazminatımı verseler gider başka bir işte çalışırım. Ama hiçbir şey belli olmadığı için şu anda elimiz kolumuz bağlı."

Zafer'in evinden ayrılıp Kınık'a ilerlerken yolda başka bir maden ocağına işçi götüren servis aracıyla karşılaşıyoruz. Aracın içi insan dolu. Yerin yedi kat dibine çalışmaya gidiyorlar. Zafer'e sorarsan, çaresizlikten.

'Madende ustabaşı işçiyi döver, mühendisi bile döver'

Evet, Soma'da hayat bildiğimiz gibi değil. Dokuz yıllık madenciArif'in deyimiyle ''Soma'da acılı eşler, acılı anneler, acılı babalar, acılı kardeşler, acılı çocuklar, bir de merhametli insanlar kaldı sadece." Hükümetin madencilere verdiği sözlerle ilgili Başbakan'la görüşen heyetteki 10 işçiden biri olan Arif, madencilerin bu facia öncesinde de çok sahipsiz olduğunu söylüyor.

Kınık'ta Atabacası Ocağı'nda çalışıyor Arif. Dört çocuğa bakıyor. Şimdilerde sağlık sorunları nedeniyle raporlu, işe gitmiyor. "Yerin altına inmeyen bizim halimizi anlamaz" diyor. "Ben madene tekrar gitmek istemiyorum, düşünmüyorum da. Bankalara borcum olmasa kesinlikle madene bir daha inmeyi istemem. Madencilik tehlikeli iştir. Ne kadar güvenlik içinde olursanız olun mutlaka tehlike vardır. Mesela ben madende ayağımı kırdım. Ustabaşıları 'hadi hadi' der, işçiyi döver, mühendisi bile döverler. Çalışma şartları insani değildir. Yine de yerüstüne çıkmaktansa yeraltında sigorta daha yüksek olur diye yeraltında çalışmayı tercih eder madenciler."
Arif'i dinlerken anımsıyoruz. İlhan Berk'in 'Kömür Kokan Şiir'inde söylediği gibi ''Vatan dışı, dünya dışı'' olmaya zorlanan insanlar aslında madenciler.

Madencilere verilen sözler tutulacak mı?

Peki, Soma'da bundan sonra ne olacak?
"Söz artık burada devletin olmalı. Buradaki belirsizlik devletin hiçbir şey söylememesinden kaynaklanıyor. Devlet bu insanlara şunu demeli: Şu anda ocaklar denetimdedir. Hepinizin iş güvenliği bizim sorumluluğumuzdadır. Bu denetim yapılıp güvenli bir iş ortamı sağlandıktan sonra hiçbir sorun kalmayacaktır."

"Bana işyerinden 'işe gel' çağrısı yapıldı. Ama ne yapacağımızı bilemiyoruz. Denetimler yapılana dek kimsenin yeraltına inmeye zorlanmaması, kimseye bu süre içinde çıkış verilmemesi, maaşların eksiksiz ödenmesi, 7,5 olan günlük çalışma saatinin 6'ya indirilmesi, emeklilik yaşının 55'ten 49'a düşürülmesi, taşeronluğun kaldırılması, mağduriyetlerin giderilmesi konusunda devletin madencilere verdiği sözler var. Daha bu sözler yerine getirilmedi. Bu konulardaki belirsizlik devam ettiği sürece biz de sabırla beklemeye devam edeceğiz. Çok şey istemiyoruz, tek istediğimiz insan sağlığına değer versinler. Para insan sağlığından daha değerli değildir. Ben insanca yaşamak istiyorum."

Soma'ya Haziran ziyaretimizden geriye de bu söz kalıyor:

"İnsanca yaşamak istiyorum."



Temmuz 2014

29 Temmuz
'Kurban eti dağıtılır gibi verildi cenazelerimiz'
DUYGU DURGUN
"Soma'nın En Sıcak Yazı" dizisinde 2. bölüm: İnek ahırı yapar gibi bize sormadan evleri yapmasınlar, bizi bari şimdi insan yerine koysunlar
T24 17 Temmuz 2014

'Soma'nın En Sıcak Yazı'nı geçen aydan başlayarak T24'te takibe almıştık. Objective Araştırmacı Gazetecilik Programı desteğiyle hazırladığımız dosyanın ikinci bölümünde Soma'daki hayatı iki farklı kadının gözünden anlamaya çalışacağız bu kez.
Misafir olacağımız ilk ev Soma faciasında eşini kaybedenSelda'nın evi. Kendi halinde bir ev kadını iken facia sonrasında bambaşka birine dönüşen bu genç kadının sesi madencilerden bile yüksek çıkıyor. Hemen her eylemde ön saflarda yer alıyor. Öfkesini, en dolaysız, en vurucu ifadelerle çok net ve yüreklice seslendiriyor. 

Ardından Soma'nın yarım asır öncesine uzanacağız. Madenci olmak, madende yaşamak nasıl bir şeydi, şartlar her zaman bu kadar zor muydu? O zaman da madencilik kölelik anlamına mı geliyordu? Bu dönemi bize madende çocukluğunu geçirmiş bir emekçi olan Hayriye Ülker anlatacak.
Ama önce geçen ay Soma sokaklarında dolaşırken tanık olduğumuz acı sessizliğin yerini iki aydır biriken çaresizliğin beslediği öfkeye bırakmış olduğunu söylemekle başlayalım.

13 Mayıs'ta yaşanan maden katliamının 60. günündeyiz. Çok sıcak bir temmuz günü. Sokaklardaki Ramazan sessizliği Hükümet Meydanı'nda toplanmaya başlayan işçilerden yükselen sloganlarla kesiliyor zaman zaman. Kültür Park'ta yaklaşık 50 maden işçisi ise 12 gündür madencilere verilen sözlerin tutulması için oturma eylemi yapıyor. Birazdan iki grup birleşecek ve Soma'da yeni bir işçi mitingi daha yapılacak. Zira burada hemen her gün bir hareketlilik yaşanıyor. Parktaki işçiler ise artık oturma eylemlerini sonlandırmaya karar veriyorlar. Çünkü önlerinde yeni bir hedef var, Ankara… 

Birkaç gün önce Somalı esnaf madenciler için bir destek yürüyüşü yapmıştı. Ardından şu anda süresiz olarak kapalı olan Soma Holding'e ait Işıklar ve Atabacası ocaklarının açılmasını isteyen bazı işçiler yürümüştü. Yürüyüşe katılmayan çok sayıda işçi de mevcuttu. Ocakların açılması için yürüyen arkadaşlarını "Hükümet destekli yürüyüşe katıldınız" diye eleştiren maden işçileri Kültür Park'taki direnişlerinin ardından seslerini artık daha kitlesel bir çıkışla, bu kez DİSK'in öncülüğünde Ankara'da arıyorlar. Önceki akşam Soma'dan alkışlarla uğurlanan madenciler taleplerini bir kez daha Meclis önünde haykırmak istiyor. Bugün itibariyle Soma'da Ankara'dan gelecek iyi haberler beklenirken madencilerin iş kıyafetleri ve baret taktıkları için Meclis'e alınmadıkları haberi geliyor…

'Bunlar Soma'nın iyi günleri, daha kötüsüne hazırlanın'

Soma'da facia sonrası farklı sendikalar arasında ciddi bir rekabet yaşanıyor bu süreçte. İşçiler hangi sendikaya dâhil olacaklarının kararını vermeye çalışırken iyi sendika-kötü sendika algısı konusunda sürekli bir gel-git yaşanıyor. Bu ayrım elbette iktidar yanlısı ve karşıtı olarak durulan yere göre değişiyor. Tabii bir de "mahalle baskısı" faktörü var. Örneğin A sendikası etrafında toplanan işçilerden biri, yaptıkları köy ziyaretlerinde farklı sendikaya mensup arkadaşlarının "Ama A sendikası işçileri eylemlere götürüyor. Polis saldırısına ve gözaltılara maruz bırakıyor" görüşünü dile getirdiğini anlatıyor. Bir başka sohbette ise B sendikasının, işçiler ayrılıp A sendikasına geçmesinler diye işçilerin ifadesini alıp onları korkutmaya çalıştıkları anlatılıyor.

"Bunlar daha Soma'nın iyi günleri" diyor bir işçi. "Yakında çok daha kötü günler göreceğiz. Burada herkes birbirinin kuyusunu kazmaya çalışıyor." Soma esnafı ise ekonomik krizden yakınıyor. Facia sonrası ilçede ekonomik hayatın ciddi ölçüde etkilendiğini belirten esnaf kendi kredi borçlarının derdine düşmüş. 

Soma'da faciadan sonra yaşamı her geçen gün biraz daha ağırlaştıran faktörlerden en önemlisi, bundan sonra ne olacağı sorusunun facianın üzerinden iki ay geçmiş olmasına rağmen tatminkâr şekilde cevaplanmamış olması. Bu soruyu dul madenci eşlerinden tutun, farklı ocaklarda çalışan işçilere, çocuklara, esnafa kadar herkes soruyor. Şimdilerde daha yüksek sesle, meydanlarda…
Sesini yükseltenlerden biri de eşi Gazi Osman'ı 38 yaşında madene kurban veren iki çocuk annesi Selda.

'Kahve köşelerinde oturmaya devam edenler,
benim eşim boşuna mı öldü?'

"Verilen sözler tutulana kadar direneceğiz", "Üreten biziz yöneten de biz olacağız", "Dilenci değil emekçiyiz, sadaka değil hakkımızı istiyoruz"… İşçiler facianın 60. gününde oturma eylemini alkışlarla sonlandırıp Hükümet Konağı'nın önünde düzenlenen foruma doğru yürüyor. Selda da aralarında. "Korkuyor musunuz Somalı madenciler? Korkmayın" diye sesleniyor kalabalığa. "Bizim eşlerimiz sustukları için öldüler. Benim eşim sustuğu için öldü. İşten çıkartılırım diye korktuğu, evime ekmek getiremem diye kaygılanıp sustuğu için. Ama şimdi siz de susarsanız sizin de karılarınız eşsiz, çocuklarınız yetim kalacak. Korkmayın madenciler! Siz kimseden hiçbir şey dilenmiyorsunuz. Siz hakkınızı arıyorsunuz. Eğer kahve köşelerinde oturup susmaya devam ederseniz ben de sorarım size, bizim eşlerimiz boşuna mı öldü?"
Meydanı dolduran herkesin tüylerini diken diken eden konuşmasında "Bizim eşlerimiz madenci kölesiydi" diye sesleniyor topluluğa. "Küçücük kürekleri ile kendi mezarlarını kazdı onlar. Kamyonlara doldurulup miting alanlarına götürülürken hiçbir zaman fikirleri sorulmadı bizim eşlerimizin. Korktukları için bir şey diyemediler. Miting alanlarında eşlerimizi köle yaptılar. Bizim eşlerimiz köle miydi?" 

'13 yaşında, birbirimize
mektuplar yazarak âşık olduk' 

37 yaşındaki Selda ilkokul mezunu ve iki çocuk annesi. Soma'da kaybettiği eşinden sonra çocukları dışında artık kimsesi kalmamış. Isparta'dan gelmişler eşiyle Soma'ya. Gazi Osman bir süre madende çalıştıktan sonra çalışma koşulları kötü olduğu için işe devam edememiş, Isparta'ya göçmüşler tekrar. Ama kendi memleketleri de cömert davranıp kollarını açmamış onlara. İş bulamayınca çareyi geriye, Soma'ya dönmekte bulmuşlar. Gazi Osman, çalışma şartları kötü diyerek bıraktığı madenciliğe yeniden başlamak zorunda kalmış. Eynez ocağında birinci yılını doldurduğunda bu facia gelmiş başlarına. 38 yaşındaki kocasını madene kurban vermiş…
Miting alanlarında medeniyetten bahsedenlere sesleniyor Selda, incecik ama müthiş kararlı sesiyle "Gelin medeniyeti Soma'da görün, biz Soma'dayız. Sizi bekliyoruz" derken kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış insanlara mahsus bir gözüpeklilikle konuşuyor. Eşini 13 Mayıs'ta yitirmeden iki buçuk ay önce babasını, ondan önce de çok sevdiği dedesini kaybetmiş. Ailesinde ona sahip çıkan, onu seven üç erkek aynı yıl içinde teker teker kayıp gitmiş hayatından. Isparta'da Soma'ya gelişlerinde eşi Gazi Osman'a otobüs yolculuğunda söylediklerini hatırlıyor Selda, "Artık kimsem kalmadı hayatta. Soma'ya tek başıma geliyorum" diye sarılmış kocasına o zaman. Eşi, Selda'ya dönüp demiş ki "Bundan sonra senin baban da, annen de, eşin de benim. Sen hiç merak etme. Seni hiç bırakmayacağım."
"Sözünü tuttu" diyor Selda. "Beni hiç üzmedi, benim sadece kocam olmakla kalmadı. Babam oldu, arkadaşım oldu, sevgilim oldu. Ben çocuklarımın birine sen benim dünyamsın, diğerine de sen benim nefesimsin derim. Eşim ise benim güneşimdi, benim hayatımdı. 13 yaşında âşık olduk birbirimize. Çocukluk aşkımdı. Aramızdaki bağ o kadar kuvvetliydi ki. Birbirimize mektuplar yazarak âşık olduk biz. Şimdi en çok işte bu yokluk acı veriyor."

'Seni banka borcun değil,
yarın ne olacak korkusu öldürür'

Selda, tarif edilemez acının 60. gününde bir yandan eşinin yasını tutarken bir yandan da yaşadıklarıyla bir hesaplaşma yaşıyor. Üstelik bu hesaplaşmayı Soma'da dul kalan tüm madenci eşleri adına yaşarcasına, yürekten hissediyor. İlkokul mezunu, ev hanımlığı dışında başka bir uğraşı olmayan kendi halinde bir kadın iken Soma'da yapılan her mitingde, her eylemde en ön safta onu görmek mümkün. Bu dönüşümü yaşadığının o da farkında. Adeta başka bir insan çıktı benim içimden, diye anlatıyor. 

Aslında Soma'daki binlerce maden işçisi aynı hesaplaşmayı kendi kendine yapıyor kuşkusuz. Ancak bunu yüksek sesle dile getirmek konusunda Selda'ya kıyasla daha çekingen ve ürkekler. Ah şu korkular olmasa! İşsizlik korkusu, gelecek korkusu, borçlarını ödeyememe korkusu, insan içine çıkamama korkusu…
Selda, oradaki yüzlerce madencinin içinden çıkıp onları korkularıyla yüzleşmeye davet ediyor. Taşeron sistemini sorgulamaya, haklarını aramaya çağırıyor. "Geride kalanlar artık korkmasınlar. Bir ay ev kiranı, bakkala borcunu ödememek insanı öldürmez. Banka borcunu ödememek seni öldürmez ama yarın ne olacak korkusu var ya işte o öldürür. Bizim eşlerimiz bu yüzden öldü. Eşlerimiz maden işçisi değil, maden kölesi olarak kullanıldılar."

'Kurban eti dağıtılır gibi verildi cenazelerimiz'

"Bu kadar paranın döndüğü, bu kadar kömürün çıktığı bu kadar insanın çalıştığı bir yerde insan hayatı hiçe sayıldı. Madenden cesetlerinin köle gibi çıkartıldığını gördük. Eşimin cenazesini Kırkağaç'ta aldım. Bana bilgisayar monitöründen 236 cenazenin yüzünü gösterdiler. O yüzleri tek tek görmek zorunda kaldım. Yüzleri karıştıranlar, birbirleriyle kavga edenler oldu. Hani kurbanı kesersin de pay edilir ya, bu şekilde teslim edildi bize eşlerimiz. Ben kıyameti yaşadım orada. İnsanın en büyük korkusu ölüm. Ben ölümle iç içe yaşadım. Bütün bunlardan sonra artık korkabileceğim bir şey kalmadı."

'Koyun ahırı gibi bize sorulmadan ev yapılmasın'

Selda bundan böyle Soma'da yaşamak istemiyor. AFAD'da biriken yardım parasıyla madencilere yapılacak evlerde oturmayı ise aklından bile geçirmiyor. O evlerde yaşamak toplumdan tecrit edilmek, uzaklaştırılmak, hayat boyu o acıyı ve travmayı hatırlayarak yaşamak anlamına geliyor çünkü. 
"Önce bir sorsunlar bize, burada yaşamak istiyor muyuz istemiyor muyuz diye. İnek ahırı, koyun ahırı yapar gibi bize sorulmadan bu evleri yapmasınlar. Bari bizi şimdi insan yerine koysunlar. Verin bana AFAD'daki hakkımı ben dilediğim gibi kullanayım. Benim evimi buradan değil memleketimden, Isparta'dan alsınlar. Beni oraya yerleştirsinler. Bunu bile yapamıyor mu bu devlet?"

'Ölmek kaderse, taşeronlar niye ölmedi?'

Selda, memleketi Isparta'ya dönüp başlayabilirse yeni bir hayata başlamak istiyor. "Ben ölüm madencinin kaderidir diyen kişileri anlamıyorum" diye devam ediyor. "Biz çalışmak zorunda olduğumuz için ölmek, öldürülmek zorunda değiliz. Bu insanların işe ihtiyacı varsa senin bunların koruman kollaman lazım. Taşeronların çoğu maden mühendisi. Bunlar okumuş insanlar üstelik. Bu insanların madencilere güvenli bir çalışma ortamı sağlaması gerek. Araştırın bakalım orada kaç taşeron hayatını kaybetmiş? Siz hiç duydunuz mu taşeronların öldüğünü? Peki, onlar niye ölmedi?"

'Çocuklarımızı özel okullarda,
psikologlar eşliğinde okutsunlar'

"Ben istiyorum ki çocuklarımı nakış gibi işleyeyim. Çocuklarımın babası eğer hayatını bizler için kaybettiyse, o zaman benim çocuklarımın da Soma Kömürleri müdürleri ve taşeronlarının çocuklarının yaşadığı standartlarda yaşamaları, onların gittiği özel okullara gitmeleri lazım. Bu müdürlerin, bu taşeronların bizim çocuklarımızı kendi paralarıyla okutmaları lazım. Benim eşimin hayatını bizler için feda etmesi eğer şimdiye kadar hiçbir şeyi değiştirmediyse o zaman bana eşimi geri getirsinler. Dünyayı önüme koysalar benim eşim geri gelmeyecek ama eğer bizim hayatımızı değiştirmek istiyorlarsa çocuklarımızı özel okullarda okutsunlar. Çocuklarım özel psikologlar eşliğinde eğitimlerine devam etsin. Çocuklarıma yeni bir hayat versinler. Ben şimdi çıkıp meydanlara haykırıyorsam çocuklarım için haykırıyorum."
Selda, bundan sonraki süreçte hukukun işleyeceğine, sorumluların cezalarının verileceğine inanmıyor. Dava açmış olmak için dava açtığını anlatıyor. "Ayağı kopan bir madenci eşine demişler ki, keşke eşin ölseydi de sana tazminat verip kurtulsaydık. Benim bir arkadaşımın eşine de kocasını kaybettikten sonra 70 milyara ev aldılar. Bu bugüne dek bu düzen böyle gitti. Bu insanlar sustukça bu kölelik düzeni de böyle devam eder."

'Çocuklarıma babanız size ekmek
getirmek için mi öldü diyeyim?'

"Ben bu mahkemelerin doğru dürüst işleyeceğini hiç sanmıyorum. Soma Kömür İşletmeleri'ndeki tutuklamalarının tedbir amaçlı olduğunu düşünüyorum. Burada asıl sorumlular taşeronlardır. Taşeronlar madene işçi ile beraber girer; işçi ile beraber çıkarlar. Bu insanlar suçsuz olsalardı bize gelip bir baş sağlığı dilerlerdi. Alınları ak olsaydı kapımızı rahatlıkla çalabilirlerdi. Üç dört sene sonra bu tutuklanan insanlar da salıverilir. Nasıl Zonguldak unutulduysa Soma da birkaç sene içinde unutulur. Çocuklarıma hesap vermesi gerekenlere hiçbir şey olmaz. O hesabı çocuklarıma yine ben vermek zorunda kalırım. Benim çocuklarım bana soruyor; benim babamı kim öldürdü? Ben ne cevap vereyim şimdi? Korku mu diyeyim, sana ekmek getirmek için mi öldü diyeyim?"

'Gaz maskeleri cenazeler çıkartılırken kullanıldı'

Soma'da konuştuğumuz pek çok madenci eşi gibi Selda da kaybettiği eşiyle rüyalarda konuşuyor artık. Birkaç gece önce kocasını, tertemiz iş kıyafetleri içinde görmüş. Gazi Osman, madenden çıkmak için çok uğraştığını ve başardığını söylemiş eşine rüyasında. Eynez ocağının S panosunda çalışan ve hiçbiri kurtarılamayan kocaları hep şunu söylüyor onlara:
"Buradan çıkmak için çok uğraştık ama sesimizi duyuramadık. Ama bilin ki kurtulmak için çok çabaladık."
S panosunda çalışan madenciler arasında madeni çok iyi tanıyan, herhangi bir kaza halinde ne yapacağını bilen, pek çok deneyimli madencinin öldüğünü söylüyor Selda. "O insanlar gaz maskeleri olmadığı için öldüler. O maskelerle 40 dakika dayanabiliyorsunuz, 40 dakika içinde mutlaka bir çözüm bulur ve oradan çıkardı madenciler. O gaz maskeleri, oksijen tüpleri ancak cenazeler çıkartılırken, o cenazeleri süslemek için kullanıldı."
Selda'nın "nakış gibi işlemek" istediği çocuklarının geleceği için talepleri yerine gelip gelmeyecek mi göreceğiz. İstediği gibi memleketi Isparta'ya dönüp orada yeni bir hayata başlayabilecek mi, bunu zaman ve sunulan şartlar gösterecek.

2- Garp Linyitleri Madeni, 1948


50 yıl önce devlet
denetimindeki madende yaşam…

Gelecekle ilgili sorular bu kadar belirsizken gelin şimdi Soma'da 50 yıl öncesine gidelim. Madende yaşamanın nasıl bir şey olduğunu o dönemi yaşamış canlı bir tanıktan dinleyelim. Bugün Soma'da 301 canı kaybetmiş olmanın yanı sıra hangi değerleri de yitirdiğimizi Hayriye Ülker anlatsın.
Hayriye Ülker, madenciliğin 1950'lerden bugüne insani şartlar açısından geldiği noktayı anlamak bakımından canlı bir tarih. 70'ini deviren Ersoy, işçi ve memur çocuklarının birlikte aynı okula gittiği, futbol karşılaşmalarının yapıldığı, dönemin ünlü sanatçılarının gelip konserler verdiği, işçiler yeraltında çalışıyor diye onlar için fırınlarda daha büyük ekmeklerin çıkartıldığı bambaşka bir madenden söz ediyor. 
 
Ersoy'un ailesinde babasından amcalarına, erkek kardeşlerinden annesine madende çalışmayan neredeyse kimse yok. Kaldı ki o da bir maden emekçisi. Hayriye Ülker, hayatı boyunca Soma'da, madende yaşamış. Bir zamanlar Garp Linyitleri olarak da bilinen Ege Linyitleri'nde kantin işletmiş. 1988 yılında emekli olmuş. Emekli ikramiyesiyle yaptırdığı mütevazı evinde yaşamını sürdüren Hayriye Ülker'in madenle ilişkisi babasının Türkiye Kömür İşletmeleri'ne bağlı Ege Linyitleri'nde 1950'lerde işçi olarak girmesiyle başlıyor. Babasından adeta bir mitoloji kahramanı gibi bahsediyor. "Babam Üstem Ülker, madende ustabaşı olarak çalışırdı. Kendine kendine İngilizce öğrenmiş bir işçiydi. İngilizce öğrendikten sonra yurtdışından getirilen makinelerin montajını yapmaya başlamıştı. Herkesin sevip saydığı bir ustabaşıydı."

'Madende ünlü sanatçılar konser verirdi'

Hayriye Ülker madende çok mutlu bir çocukluk geçirdiğini anlatıyor. Bir dönem işçiler ve memurlar arasında keskin bir ayrım ve hiyerarşik bir düzen getirilmeye çalışılsa da yapılmak istenenin tutmadığını, bir işçi çocuğu olarak memur çocuklarıyla aynı okula gidip aynı sosyal imkânlardan eşit olarak yararlandıklarını söylüyor. Anlattığına göre madende büro işi yapan memurlar belki biraz daha iyi konutlarda oturuyorlarmış. Ancak işçiler için özel konutlar yapılmış o dönemde. Yani bugünkü gibi başını sokacak bir ev bulmak sıkıntısı yokmuş bir işçi ailesinin.

"Biz çok medeni şartlarda yaşadık. Her şeyden önce devletin güvencesi vardı. 1947-48'de ben madendeki ilkokula gidiyordum. Evet, bir ilkokulumuz vardı, maden işçilerinin ve memurlarının çocukları oraya giderdi. Her ay dönemin ünlü sanatçıları gelir konser verirdi madende. Memurlar, işçiler arasında ayrım, küçük görme, hele bugünkü gibi hakarete varan davranışlar yoktu. Herkes birlikte konser izlerdi, kaynaşırdık. Bir de sinemamız vardı. Yabancı filmler gelirdi. Sonra büyük futbol kulüplerinin maçları olurdu. Ben çocukken Galatasaray'ın maçını seyrettim. Maden işçilerine değer verilirdi. Hatta ocakta çalışanlar için çıkan ekmekler bile daha büyüktü. Çünkü onların işleri ağırdı, daha iyi beslenmeleri lazımdı."

Peki ya bugün, diye soracak oluyoruz. "Bugün madenciler insan değil" diyor. "Ha maden işçisi olmuşsun ha köle. Ama sadece işçiler değil, aslında hepimiz öyleyiz. Yani, aslında biz de dâhiliz bu köleliğe…"


Ağustos 2014
07 Ağustos
Soma hâlâ kanıyor, ekmek madenin ağzında, hayat zor
DUYGU DURGUN
'Soma'nın En Sıcak Yazı-III: Soma'da İhsanoğlu 'tanınmayan', Demirtaş ise 'doğru, ama yanlış partideki' aday
T24 7 Ağustos 2014

Soma'nın En Sıcak Yazı'' dizimizin bu bölümünde, devletin madencilere verdiği sözlerin somut karşılığını hâlâ bulamadığı; ölenlerin öldüğüyle kalıp; sağ kalan işçilerin ''ölümüz dirimizden değerliymiş'' diyerek çaresizliklerini haykırdığı günlere tanıklık ettik. Madenciler, bir yandan kredi ve banka borçlarını düşünürken bir yandan da Soma havzasındaki sermaye - devlet - taşeronluk sisteminin kurduğu çarpık yapıya örgütlü mücadeleyle karşı çıkmaya çalışıyorlar. Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi, ağustosun en sıcak günlerinde Soma ve Kınık'ı dolaşıyor; maden katliamı sonrası sağ kaldıklarına bile sevinemeyen işçilere kulak veriyoruz bu kez…

''Ben üç defa öldüm. İlki 13 Mayıs'ta Eynez Ocağı'nda, ikincisi madende kalanları kurtarma çalışmalarında ölü arkadaşlarımın yüzlerine oksijen maskesi taktıklarında, üçüncüsü de şimdi. Kurtarma çalışmalarına katıldığım, elimde psikolojik tedaviye muhtaç raporum olduğu halde neden kimse benim kapımı çalmıyor? Psikolojik tedavi görüyorum. Yardıma ihtiyacım var. 257 kişiyi çıkardım o ocaktan. İki yeğenimi kaybettim orada. Benim de mi ölmem gerekiyordu?''
 
Hidayet Merdim. 12 yıllık madenci. 36 yaşında. 13 Mayıs'ta yaşanan iş katliamında Eynez Ocağı'nda çalışıyordu. Facia olduğu gün sabah vardiyasında olacaktı ama paşa vardiyasına (saat 16.00 vardiyası) gitmeye karar verdi. Facia olduğunda hemen ocağa koştu. Çıkış kapısından yoğun duman geldiğini gördü. Kurtarma çalışmalarına katılmak üzere giyinmeye hazırlanırken her şey beş dakika içinde olup bitmişti. Hidayet Merdim, kurtarma sırasında, aralarında çocukların da olduğu pek çok kişinin can havliyle ocağa girmeye çalıştığını gördü. Kendisi gibi deneyimli madenci arkadaşlarıyla birlikte, 257 işçinin cansız bedenini çıkardı madenden. Oksijen maskeleri takıp çıkartılan ve kurtarıldıkları sanılıp alkışlanan arkadaşlarının ölümüne tanıklık etti.


Ölümüz daha değerliymiş

O günden beri de kendine gelemedi. Halen İzmir Yeşilyurt Hastanesi'nde psikolojik tedavi görüyor. Üç çocuğu var, ayrıca annesine bakıyor. Kirada oturuyor. O günkü vardiyada olsaydı eğer, belki de ölen 302. madenci olarak anacaktık onu.
Hidayet Merdim yaşıyor. Buna yaşamak denirse. Sağ kalan arkadaşları gibi onun da aklından geçiyor zaman zaman ''Keşke ben de ölseydim. Belki o zaman kıymetli olurdu cansız bedenim.''

20 yıldır Kınık'ta yaşayan Merdim, madenci olmadan önce çiftçilik ve hayvancılıkla geçimini sağlıyordu. Madene nasıl mecbur bırakıldıklarını şöyle anlatıyor: ''Eskiden iki ton tütün yaptığında bir traktör alırdın. Şimdi ise 20 ton tütün yap, bir traktörü ancak alabilirsin. Hayvancılığı, çiftçiliği bitirdiler. 1990'lı yıllarda iki banka vardı; Ziraat Bankası ve İş Bankası. Bunlar bize, o zaman hayvanlarımız, tarlalarımız olduğu halde ancak beş kefille kredi verirlerdi. Şimdi kredi almak kolay; zor olan ödeyebilmek.''


'Biz işçi bile değiliz, köleyiz köle!'

''Bu hükümet başa geçtikten sonra Kınık ekonomisi iyiden iyiye bozuldu. Mecburen madene girdik. Madenlere ilk girdiğimiz yıllarda fazla banka yoktu burada. 2006-2008 arası ise sayıları 10'a çıktı. Bu bankaları getiren bu hükümettir. Amaç bizleri borçlandırmak, kendilerine gebe bırakmak. Benim çalıştığım madende 3 bin 200 kişi çalışıyor. En az 2 bin 500 kişi bankalara borçları yüzünden icralık durumda. Bana gelince, şu anda iflasın eşiğine gelmiş durumdayım. 7 bin lira borcum var. Bize işçi diyorlar. Biz işçi bile değiliz. İşçinin bayramı var, işçinin direnişi var. Biz köleyiz köle. Altı bin madenci, hepimiz iş bekliyoruz. Çocuklarımızla, esnafla, sayarsan burada 30 bine yakın insan mağdur durumda. Bizim hükümetten, beklentimiz ocakların iş güvenliğini sağlamaları ve bu çalışmadan ocakları tekrar açmaları.''


Başbakan geldiğinde gözaltına alınınca
psikolojik tedavi görmeye başladım

Hidayet Merdim'in psikolojik tedavi görmesinde, 13 Mayıs günü kurtarma operasyonunda yaşadığı korkunç anlar kadar; Mayıs sonunda Başbakan'ın Soma ziyareti sırasında polis tarafından gözaltına alınması ve gözaltı sonrası yaşadıkları da etkili olmuş. Merdim'den dinleyelim:

''Mayıs'ın 29'unda Kınık'a geldi Başbakan. Ben de bir kahveye çay içmeye oturdum. Çayımı karıştırmaya başlamıştım ki birden etrafımı 30 sivil polis çevirdi. Beni gözaltına aldıklarını söylediler. Hiçbir gerekçe göstermeden götürdüler. O sırada onlarla tartışmak istemedim. Kınık Emniyet Müdürü'ne bizzat rica ettim. 'Kınık küçük yer. Burada herkes beni tanır. Beni bu vaziyette gözaltına almayın. Ben ne zaman isterseniz karakola gelirim' dedim. Buna rağmen kollarıma girip polis arabasına bindirdiler. Bana tek soru bile sormadan kendi kafalarına göre bir sorgu yaptılar. Kendileri sorup kendileri cevap verdiler. Saat 18:30 gibi Başbakan buradan ayrıldığında da 'Tamam seni salıyoruz' dediler. Ben dört gün boyunca toplum içine çıkamadım. 'Cop mu yedin, dayak mı yedin' gibi sorularla karşılaştım. Psikolojik tedavi görmemim nedenlerinden biri de budur. Benim suçum neydi? Bunu öğrenene kadar rahat etmeyeceğim. Gerekirse dava açacağım.''


Ölenler öldü, ya geride kalanlar?

Hidayet Merdim ne yazık ki tek örnek değil. Soma'da yitirdiğimiz 301 madencinin ardından eşlerinin, ailelerinin yaşadığı tarifsiz acının yanı sıra, geride kalan madencilerin yaşam mücadelesi belki daha ağır. Katliamın üzerinden 80 gün geçmiş. Zamanın her derdin devası olduğu söylencesinin Soma'da pek de hükmü yok, zira yaşam kavgalarını yeraltında sürdürmeye devam etmek zorunda kalan madenciler şimdi de banka borçları ve her geçen gün ödemesi imkânsızlaşan taksitlerle boğuşuyorlar. Eskiden de kendilerine kıymet verilmediğini hisseden bu insanlar şimdi iyiden iyiye sahipsiz kaldıklarını düşünüyorlar.


Günlüğü 27 liraya mısır tarlasında çalışmak

Soma'da, Kınık'ta hangi madenci ile konuşursak konuşalım durum değişmiyor. Madencilerin büyük çoğunluğu madenlerin kapatılmasını istemiyor. Bir an evvel yeniden işe başlamaları gerekiyor, çünkü evde ekmek bekleyen ailelerinin, borçlarını soran esnafın ve bankaların kıskacı altına alınmış vaziyetteler. Kızı Irmak'ın doğumu nedeniyle 13 Mayıs'ta izin kullandığı için hayatta kalabilen Kınıklı madenci Zafer Gelir, geçtiğimiz 80 gün boyunca sürekli iş aradığını, mısır tarlalarında günlüğü 27 liradan mısır püskülü ayıklama işi bile yaptığını anlatıyor. ''Dizlerinize kadar su içine girin, mısır tarlasına bir saat kalmayı deneyin. Nasıl olduğunu görürsünüz'' diyor.

Zafer'in bakmakla yükümlü olduğu iki küçük bebek, eşi, bir de annesi var. Madenden aldığı maaşın üçte ikisi de kiraya gidiyor. Zafer'in bugünlerde yaşadığı en büyük sıkıntılardan biri köydeki tarlası için İzmir Büyükşehir Belediyesi'nden gelecek olan su faturası. Yeni Belediyecilik Yasası sonrasında köyler büyükşehire bağlanınca, bir anda tüm köylüler de mecburen ''şehirli'' sayıldıklarından, ödeyecekleri faturalar da katlanacak gibi görünüyor…



Ocaklarda temizlik başladı; üretim tarihi belirsiz

Madenciler çalışmak istiyorlar istemesine, ancak katliamın üzerinden 80 gün geçmiş olsa da ocaklardaki can güvenliği konusunda şüpheler giderilmiş değil. Biz Soma'da madencilerle sohbet ederken katliamın yaşandığı, Soma Holding'e ait Eynez Ocağı'nda temizlik çalışmasının başladığı haberi geliyor. Soma Holding'in Işıklar ve Atabacası ocaklarında ise denetimler biter bitmez üretime yeniden geçileceği söyleniyor. Madencilerin bir bölümü ise, Işıklar Ocağı'nda temizlik ve tarama çalışması için vardiya yapıyor.
Bölgedeki linyit ocaklarında üretimin tamamen durdurulması ise zaten söz konusu değil, zira linyit kolay yanıcı olma özelliği nedeniyle havayla temas ettiği andan itibaren yangına neden olan bir madde. Bu nedenle ocağın sürekli kontrol altında tutulması ve üretimin devam etmesi gerekiyor. Madencilerin pek çoğu "Yarın ocaklar güvenli şekilde çalışabilir, densin biz yine gidip çalışırız. Belki bu bile bile ölüme gitmek ama yapacak başka bir işimiz yok, çaresiziz" diye anlatıyor durumu. Öte yandan bölgede Polyakeynez, İmbat Madencilik gibi yerlerde çalışma şartları mekanize olduğundan, nispeten iyi olduğu söylenen ocaklara geçmek isteyen pek çok madenci var. Daha iyi çalışma şartlarına kavuşmak her işçinin hakkı. Yıl ve prim günü açısından sıkıntısı olmayan kıdemli işçi için başka ocağa geçmek mümkün. Ancak çoğunluk, yine aynı madende çalışmaya mecbur bırakılıyor.
 

Maden işçileri Arif Şengün ve Hidayet Merdim
'Bizi ekmeğimizle tehdit ediyorlar'

Arif Şengün, Kınık Atabacası Ocağı'nda dokuz senedir çalışıyor. Sağlık sorunları nedeniyle raporlu olduğu için katliamdan kurtulan Arif ile, hazırladığımız bu dosya kapsamında bundan 40 gün önce konuştuğumuzda "Biz insanca yaşamak istiyoruz" demişti. Görünen o ki madencilerin insanca yaşaması için değişmesi gereken daha çok şey var. Arif'in, geleceğe dair kaygıları her geçen gün artıyor. PTT tarafından gönderilmiş bir tebligat kâğıdı çıkartıyor cebinden. ''Muhtemelen yine işe çağırıyorlar. Ama ben gidip de o tebligatı almak istemiyorum. Son güne kadar almayacağım. Maden bizim ekmek kapımız. Ama bizi ekmeğimizle tehdit ediyorlar. Oysa o ekmekte bizim emeğimiz var'' diyor.


Çarpık yapıyı işçi örgütlülüğü kırabilecek mi?

Soma havzasında maden işçiliğine mecbur bırakılan Hidayet Merdim gibi binlercesi, bölgenin tarım ve hayvancılığa dayalı ekonomisinin son 20 yılda geçirdiği dönüşüm sonucu tarla, toprak, hayvanlarını satıp asgari ücrete ve kabul edilemeyecek kadar kötü çalışma şartlarına talim etmek zorundalar. Şirket, taşeron ve siyaset üçlüsünün yer yer mafyatik bir yapılanmayla kurduğu bu vahşi düzenin çarkları 13 Mayıs'a dek tıkır tıkır işliyor Soma'da.

O güne dek maden ocaklarında yaşanan ölümlü kazalar bile işçiler arasında ufacık bir tepkiye yol açmazken 13 Mayıs sonrası sesler belki de ilk defa yükselmeye başladı. Yaz başından bu yana hak taleplerini düzenledikleri mitinglerde, oturma eylemlerinde, yürüyüşlerde haykıran işçiler bu yaz iki defa Ankara'da Meclis önünde de yüksek sesle dile getirdiler taleplerini. ''Taşeronluk sistemi kalksın, iş güvenliğimiz sağlansın, emeklilik yaşımız düşürülsün, meslek hastalıkları nedeniyle yeraltında çalışamayacak hale gelen işçilere yer üstünde iş verilsin'' taleplerini her platformda dile getirmeye çalıştılar. 

Soma havzasında işçi örgütlemesi konusunda son 2,5 aydır çalışmalar yürüten Başaran Aksu, ''İşçiler örgütlü bir yapı istiyor'' diyor. "Ancak burada işçiler üzerinden nemalanan mafyatik bir yapı söz konusu. Bu yapının değişmemesi için her türlü çaba sarf ediliyor. Biz bugüne dek onlarca toplantı yaptık bu bölgede. İş kazaları sonucu eli, parmağı kopan işçilerle karşılaştık. Bu insanların bugüne dek sesleri hiç çıkmamıştı. Buradaki sorunların başında bu çarpık sistemle entegre olmuş taşeronların yanında bir de devletle, sistemle uzlaşmış sendika sistemi de var. İşçiler bu düzene 'Mama düzeni' diye isim takmışlar. 13 Mayıs katliamı işçilerin gözündeki perdeyi kaldırdı diyebiliriz bu anlamda; ancak bu yapıyı tümden yok etmek ne derece mümkün olacak? Görünen o ki bunu Soma havzasındaki örgütlü mücadelenin sürekliliği belirleyecek"
 

'AKP'ye üye olmadan iş bulamazsın'

Örgütlü mücadeleye katılan işçilerden biri de 13 yıldır Eynez Ocağı'nda çalışan madenci Taner Yıldırım. Anlatıyor:
"Madenci aybaşında alacağı maaşı hiçbir zaman bilemez. Maaş aldığında da borçlarına yatırırsın, elde avuçta bir şey kalmaz. Bir gün işe gitmemen sana 300-400 liraya mal olur. Ücretsiz izin alsan da aynı şey, doktor raporu alsan da. Taşeron sistemi öyle bir sistemdir ki, sen işçi olarak taşeronun söylediği kahvede oturmak zorundasındır. Attığın her adımın hesabını sorarlar sana. Bugün sadece Soma'da değil Türkiye'nin neresinde olursan ol, iş bulmak istersen sana önce git AKP'ye üye ol diyorlar. Üye olmazsan iş bulman mümkün değil. Zaten düzen böyle olmasaydı bu katliam yaşanmazdı."


Cumhurbaşkanlığı seçimi ve Soma

Malum, Soma'nın geçirdiği bu en sıcak yazda ülkenin geleceğine dair önemli bir seçim daha bekliyor bizi. 2014 yerel seçimlerinde yüzde 43,3 ile AKP'yi birinci parti yapan Soma'nın Cumhurbaşkanlığı için tercihinin kim olacağı herkes tarafından merak ediliyor. Konuştuğumuz işçiler İzmir'e bağlı Kınık ilçesinde Erdoğan'a şans vermeseler de, Soma için tahminlerini Erdoğan ve AKP olarak ifade ediyorlar. Tahminlere göre CHP-MHP'nin adayıEkmeleddin İhsanoğlu'nun şansı neredeyse hiç yok. Madencilerin çatı aday hakkında ortak yorumu İhsanoğlu'nu tanımadıkları yönünde. Kimsenin hakkında fikri olmadığı bir adaya neden oy verilmesi gerektiğini soruyorlar. HDP'li aday Demirtaş ise konuştuğumuz madenciler nezdinde "Yanlış partideki doğru adam."

***************************************************************



Ağustos 2014
Ölenle ölünüyormuş, sor bakalım yaz nasıl geçti Soma'da?
Soma: Bir hafıza kaybı hikâyesi mi?

T 24 – "Soma'nın En Sıcak Yazı" dosyası kapsamında Haziran ayından bu yana Soma'ya yaptığımız ziyaretlerle 301 madencinin yaşamını kaybettiği katliamdan sonra hayatın nasıl devam ettiğini aktarmaya çalışıyoruz. Bölgede yaşanan sorunları ve madencilerin beklentilerini madenci ailelerinden dul kalan eşlere, ekmeğini madenden çıkarmaya devam eden işçilerden, bölgede işçi örgütlenmesi ve hukuki danışmanlık gibi alanlarda çalışan gönüllülere farklı kesimlerden pek çok kişiyle konuştuk.
Soma'da, Kınık'ta, Savaştepe'de, İvrindi'de, Zonguldak'ta, Şırnak'ta ve ülkenin daha pek çok yerinde maden ocaklarından inşaatlara işçilerin yaşam ile ölüm arasında durdukları nokta pamuk ipliği gibi her geçen gün daha da inceliyor. Soma'dan sonra 377 işçinin daha iş cinayetlerinde yaşamını yitirdiği bir ülkede yaşıyoruz. Bu ölümlere her geçen gün yenilerinin eklendiği bir ortamda işçileri öldüren, sakat bırakan, onlara yaşarken değil ancak öldükten sonra verilen tazminatlarla "değer" biçen sistemin sorgulanması kaçınılmaz. Şimdi Soma'nın önünde 13 Mayıs katliamının gerçek sorumlularının adalete teslim olmasının talep edildiği bir dava süreci var. Soma bu süreçte yeni bir 'hafıza kaybı' merkezi mi olacak; yoksa tüm sorumlularının yargı önünde çıkarılıp adaletin yerini bulacağı bir miladın adı mı olacak?
"Soma'nın En Sıcak Yazı" dosyasının son bölümünde bu soruya cevap ararken bir kez daha Soma ve Kınık sokaklarındayız…
***
Soma'da bir "hayalet'' ocak
Soma'ya arabayla 10 dakika mesafede olan Darkale'de artık kömür çıkarılmayan eski bir madendeyiz. Yaklaşık bir kilometrelik saha, yüksekçe bir tepenin eteğine kurulmuş. Ancak bu madende kömür rezervi kalmamış dolayısıyla ocak artık çalışmıyor. Daha bir yıl öncesine kadar 1200 işçinin çalıştığı bu ocakta şimdilerde in cin top oynuyor.
Ocağın havalandırma olarak tabir edilen bölümü tahta paravanlarla kapatılmış. Biraz ileride mescit olarak yapılan binadan sadece fayans artıkları kalmış. Dümdüz edilmiş bir alan burası. Üzerinde gezdiğimiz maden ocağında gözümüz beton yıkıntılar arasına sıkışmış kalmış bir madenci çizmesine rastlıyor. Burada bir zamanlar 1200 işçinin çalıştığına dair tek kanıt işte bu çizmeden ibaret…
Soma bölgesindeki diğer maden ocaklarına gazeteci olarak girip fotoğraf çekimi yapmaya izin verilmediğinden çekim yapabileceğimiz tek saha olan Darkale ocağını madende yıllarca kürek sallamış maden işçileri Çetin Esmer ve Ogün Yılmaz ile birlikte dolaşıyoruz. Yıkıntılar arasında dolaşırken burada üretimin daha geçen Ekim ayına kadar devam ettiğini öğreniyoruz işçilerden. Sahanın dümdüz edilip şimdiki hayalet ocak görüntüsüne kavuşmasının üzerinden henüz bir yıl bile geçmemiş.
Trabzon Tonya'dan kalkıp iş ve aş umuduyla Soma'ya maden işçiliği yapmaya gelen Çetin ve Ogün, Darkale'de Uyar Madencilik'in işlettiği bu ocakta sekiz sene çalışmışlar. Yeri gelmişken belirtelim; Uyar Madencilik iş kazaları açısından Soma'da sicili en kabarık işletme. Patron Azmi Uyar, "İşçi ölürse vereceğim tazminat, sakat kalırsa vereceğimden daha az olur'' gibi 'ince hesaplar'la nam salmış bir isim. Dolayısıyla 'Azmi Uyar' adını Soma'daki işçilere telaffuz ettiğinizde hepsinin tüyleri diken diken oluyor hâlâ.
Peki, Uyar Madencilik madencilerin hafızasındaki bu korkunç algıyı neye borçlu? Hatırlayalım; Darkale ocağında çok uzak bir geçmişte değil, henüz geçen yıl 20 Ekim'de meydana gelen kazada 49 yaşındaki Yunus Güçlü yaşamını yitirmiş; 28 işçi de yaralanmıştı. Ne yazık ki bu şirketin tarihindeki ilk kaza bu değildi. Daha önce de aralarında mühendislerin de bulunduğu 10 işçi yaşamını yitirmişti Darkale'de.
Madencilerin anlattığına göre Darkale ocağında çalışan maden mühendisi Sinan Yılmaz, ocaktaki güvenlik yetersizliğinden uzun süre şikâyet etmesine rağmen kimseye sözünü dinletememiş. Sonunda çareyi Soma Holding'e geçmekte bulmuş. Ancak ölüm, mühendisi 13 Mayıs'ta Eynez ocağında yakalamış…
Uyar Madencilik davası
Soma'nın geleceği demek…
Çetin ve Ogün bize geçen sene 20 Ekim'de meydana gelen kazanın ardından herhangi resmî bir yaptırım görmeyen Uyar Madencilik'in, geçen yıl Kasım ayında şimdi üzerinde dolaştığımız Darkale ocağını apar topar kapattığını anlatıyor. Şirket, işçilere iki aylık ücret, ihbar ve kıdem tazminatları için anlaşarak ayrıldıklarına dair kâğıtları imzaladıkları takdirde senet vermeyi önermiş. Çetin ve Ogün gibi şirkete dava açan işçilerin sayısı şu anda 200 civarında. Geri kalanların çoğu senete razı olmuş. "Bugün bile şirketten bizi arayıp 'Tazminatının yarısını şimdi verelim, yarısını senet yapalım. Davadan vazgeç' diyorlar'' diye anlatıyor maden işçileri yaşadıkları mağduriyeti. Bu arada, ne şirketin mallarına ihtiyatı tedbir konulmuş ne de yöneticileri yargı önüne çıkmış.
Uyar Madencilik aleyhine açılmış olan davada 150 işçinin avukatlığını yapmakta olan Manisa Barosu avukatlarından Sevgi Başak Yeşil, Uyar'ın işlettiği sahanın aslında Türkiye Kömür İşletmeleri'ne (TKİ) ait olup TKİ'nin ocağı ''Burada ne kadar kömür çıkartılacağına, kömürün nasıl işleneceğine ben karar veririm. İşçi güvenliği ve sağlığını da ben denetlerim ancak işçiler benim değil dolayısıyla hiçbir sorumluluk almam'' mantığıyla yapılan rödovans sözleşmesiyle Uyar'a verdiğine dikkat çekiyor. Dolayısıyla davayı salt Uyar Madencilik'e değil aynı zamanda işçi maliyetlerinden kaçınmak suretiyle sorumluluğu üzerinden atan TKİ aleyhine de açtıklarını söyleyen avukat Yeşil, şimdiye dek Uyar Madencilik'ten bu davaya dair herhangi bir savunma gelmediğini; sadece TKİ ile muhatap olduklarını belirtiyor.
Şirketin halen Muğla ve çevresinde farklı isimlerle işletmeleri olduğunu belirten avukat, 13 Mayıs katliamıyla birlikte Uyar Madencilik mağduru işçilerin durumunun da yeniden gündeme gelme imkânı bulduğuna dikkat çekiyor. Dolayısıyla, önümüzdeki Kasım'da görülmeye başlanacak Uyar Madencilik davasından çıkacak sonuç Soma'da bugün yaşananları ve Soma'nın geleceğini çok ama çok yakından ilgilendiriyor.
Soma geçen üç ayı nasıl geçirdi?
Soma'da 13 Mayıs'tan sonra sokaklarda pek çok eylem ve gösteri oldu. Başbakan'ın olaylı ziyareti ve müşaviri Yusuf Yerkel'in bir madenci yakınına attığı tekme hâlâ hafızalarda. Bu yaz Somalı madenciler biber gazı ve TOMA ile de tanıştı bu eylemler sırasında. Günlerce süren oturma eylemlerini sona erdirdikten sonra Ankara'ya, Meclis'e gidip taleplerini orada da haykırdılar. Çizme giydikleri için Meclis'e alınmayan işçiler oldu. Yılmadılar. Her fırsatta hükümete Soma'da kendilerine verilen sözleri hatırlattılar.
Yeni bir sendika, yeni bir
örgütlenme mümkün mü?
Geçen üç ay boyunca sendikalar da kendilerini gözden geçirme fırsatı buldu Soma'da. İlk defa gerçekleştirilen işçi örgütlenmeleri ve komite toplantıları Türk-İş veya DİSK dışında başka bir örgütlenme biçiminin mümkün olma ihtimalini gösterdi işçilere. Sendika yönetimleri bundan hoşnut olmadı haliyle. Sendika içinde doğrudan yönetim haklarını savunan işçilerin varlığı yukarıdan aşağıya örgütlenmiş hiyerarşik yapıyı sarsar endişesine kapılanlar oldu. Somalı, Kınıklı, Savaştepeli işçilerin bir bölümü örgütlü mücadelenin içinde olma deneyimini ilk kez yaşadılar; yaşamaya devam ediyorlar. Hatta bu mücadelenin belgesi olacak bir işçi gazetesi hazırlıyorlar şu sıralar. Bu anlamda Soma'dan sendikacılar için çıkartılması zorunlu belki de en önemli ders, işçilerin hayatına dokunmadan yapılan "En fazla üyeyi nasıl biz kazanırız'' hesaplarının ötesine geçmek gerekliliği…
Soma'nın ardından
iş cinayetlerine 377 can daha…
Geçen üç ay zarfında Soma'nın dışına çıkıp neler olduğunu hatırlayalım… Soma'nın yaraları henüz tam anlamıyla sarılamamışken 12 Ağustos'ta Zonguldak'ta "taşeronun taşeronu'' eliyle işletilen bir özel maden ocağında dokuz işçi göçük altında kaldı. Göçükte kalan bir işçinin babasının Zonguldak Valiliği'ni harekete geçirmesi sayesinde müdahale edilen bu faciada dokuz işçi son anda toprak altından kurtarılabildi.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi'nin kısa bir süre önce açıkladığı rapora göre ise Soma'dan sonra Türkiye'de 377 kişi daha yaşamını iş cinayetlerinde yitirdi. İş kazalarında sakat kalanların sayısı ise yüzlerle değil binlerle ifade ediliyor. Bu satırları yazarken Türkiye'nin herhangi bir maden ocağından ya da memleketin dört bir yanında yükselen inşaatlardan yeni bir kaza veya ölüm haberi gelmesi an meselesi.
Evimi kendi imkânlarımla Isparta'ya taşıyacağım; kimse destek olmadı
Soma katliamı sonrasındaki süreç en çok dul kalan eşler ve babasız kalan çocuklar için zor geçiyor. Eşi Gazi Osman'ı Eynez Ocağı'ndaki katliamda yitiren Selda Sümer, iki çocuğuyla birlikte memleketi Isparta'ya dönüş hazırlığında. Artık evini topluyor. Mitinglerin en cesur kadını artık bundan sonra sürdüreceği yaşamı ve çocuklarının geleceğini düşünmek istiyor.
"Ölenle ölünmüyor derler ama öyle değil. Ölenle ölünüyor. Şimdi benim tek yaşama sebebim çocuklarım."
"Düşünebiliyor musunuz'' diye anlatıyor Selda, "Evimi buradan Isparta'ya kendi imkânlarımla taşıyorum. Ne Valilik ne Sosyal Hizmetler Müdürlüğü, kimse bana yardımcı olmuyor. 'Devlet size 154 bin TL para verdi, ne yapacaksanız o parayla yapın' diyorlar. Ben o paraya dokunmak istemiyorum. Çocuklarım için ortak bir hesap açıp o parayla onlara bir gelecek kurmak istiyorum."
"Halk burada suskun. Konuşursam ev de alamam para da, diye düşünüyorlar. AFAD'daki para devletin cebinden çıkmadı ki! Şimdi bize verecekleri ev Soma'da Küllük Mahallesi diye bir yerde. Kimse bana nerede yaşamak istersin diye sormadı."
Madenlerde bugün bile
bir acil kurtarma ekibi yok
"Doğrusu, ben ölen madencilerin eşlerinin dayanışma içinde olmasını beklerdim. Beklediğimi bulamadım" diye devam ediyor Selda. "Şu anda burada bir göçük olsa biz yine aynı şeyleri yaşarız. Ben isterdim ki bu madenlerde acil müdahale yapabilecek sabit bir ekip olsun. Bir olay olunca hemen müdahale etsinler. Bu bile olmadı Soma'da.''
Meclis tatile girdi, Soma Kanunları bekliyor
Soma ve Kınık'ta konuştuğumuz madenciler, dul kalan eşleri, aileler, işçi örgütlenmesi için gece gündüz çalışanlar, gönüllü avukatlar, herkes Soma'da adaletin bir an önce gelmesini bekliyor. Kamuoyunda "Soma Kanunları'' olarak bilinen; işçi hakları adına yapılması beklenen yasal düzenlemelerin Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra Meclis'in aniden tatile girmesiyle şimdilik rafa kaldırılması moral bozuyor.
Meclis'in apar topar tatile girmesini protesto etmek üzere, 13 Mayıs sonrasında neredeyse tüm mesaisini Soma'ya veren CHP Manisa Milletvekili Özgür Özel ile birlikte Ankara'ya gidip Meclis'te basın toplantısı yapan maden işçilerinden Arif Şengün "Üç aydır beklediğimiz tek söz, bir bakanın çıkıp 'Arkadaşlar bu madenlerin emniyeti sağlandıktan sonra görevlerinizin başına döneceksiniz. Biz emniyet için tüm gerekenleri yapıyoruz' demesiydi. Bu sözü üç aydır kimseden duyamadık'' diye ifade ediyor tepkisini.
Seçimde Soma'yı eleştirenler, yargılamanız gereken sistemin kendisi
13 Mayıs'tan önce kendi haline yaşayıp giden pek çok işçiden biri olan Arif'in bu Ankara'ya dördüncü gidişi. başbakanından bakanına milletvekilinden gazetecisine karşılaştığı herkese işçilerin taleplerini anlamaktan yorgun. "Bu süre içinde kişisel olarak çok tecrübe edindim ama gördüğüm en önemli şey şu oldu; insanlar bu memlekette acıları anlık paylaşıyor''.
Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarına göre çatı adayı İhsanoğlu'na yüzde 50, AKP'ye ise yüzde 47 oranında çıkan 'evet' oylarının ardından "Somalılara müstahak, bunlar satılmış" diyenlere sesleniyor Arif: "Oturduğunuz yerden Soma ile ilgili yorum yapmayın. Sistemi yargılamanız gerekirken siz oturmuş Soma'yı yargılıyorsunuz. İnsanlar Soma'yı sadece Soma'dan ibaret sanıyor. Savaştepe, Kınık, İvrindi hatta Kütahya, Ordu gibi çok farklı illerden madencilerin yaşadığı bir bölge burası. Bu insanlar AKP dışında bir partiye oy verirlerse burada kurdukları düzeni kaybetmekten korkuyor. Aramızda MHP'li olup da seçim sürecinde HDP adayı Demirtaş'ın verdiği mesajları bile anlayanlar, hak verenler oldu. Ama biz madencileri en fazla yargılayanlar kendilerine 'Solcuyum' diyenlerden çıktı" diyor Arif.
Bize, CHP'nin Facebook sayfasındaki yorumları gösteriyor. Madencilerin Meclis'teki son basın açıklamasına gelen yorumlar arasında "Hak ediyorlar, AKP'de tapıyorlar hâlâ", "Bu halka müstahak" gibi paylaşımlar hatta hakarete varan yorumlar var. Yorumlara teker teker cevap vermeye çalışmış ama sayfa yönetimi izin vermeyince tepkisini içine atmak zorunda kalmış Arif…
Soma yeni bir hafıza kaybı merkezi mi olur mu?
Geçen üç ay zarfında Soma'da hayat, madende çalışmak zorunda olan işçiler için daha da ağırlaşmış. Yüzlerce arkadaşlarını yitirdikten sonra bir daha madene nasıl gireceklerini sorduğumuzda "Şu anda nasıl davranacağımı bilemiyorum. Ocak açıldığı gün gidip ocağın ağzında durup kararımı vereceğim" diyen de var, hiç tereddütsüz çalışacağını çünkü buna mecbur olduğunu söyleyen de.
Ancak katliamdan doğrudan etkilenmeyenler için hayat, her yerde ve her zaman olduğu gibi, kendi akışını gamsızca sürdürüyor. Aile çay bahçeleri yaz sıcağında gece yarılarına kadar dolup taşıyor Soma'da. Düğünler yapılıyor, eğlenceler sürüyor. Yoksul gençlerin hayatına mal olan "Bonzai" adlı sentetik uyuşturucu için yapılmış şarkı eşliğinde göbek havaları çalınıyor…
Tüm bunları gördükten sonra, "Soma, yeni bir 'hafıza kaybı merkezi' olma yolunda mı ilerliyor yoksa Türkiye'de son yıllarda hızla yükselişe geçen iş cinayetlerine dur denilmesi noktasında bir milat olabilecek mi" sorusunu bu kez Soma'da 13 Mayıs'tan bu yana çalışan Halkın Hukuk Bürosu avukatlarından Behiç Aşçı'ya yöneltiyoruz. Aşçı, 2006 yılında F tipi cezaevlerinde tecritin kaldırılması için 293 gün boyunca ölüm orucuna yatmış bir avukat.
Halkın Hukuk Bürosu olarak Soma için bir ilke kararı aldıklarını ve sadece ceza davaları için ailelere hukuki destekte bulunacaklarını belirten Aşçı şu ana dek 50 aileden vekâlet aldıklarını belirtiyor. Soma'da tazminat davası açmış olup ceza davasına müdahil olmak isteyen herkes bir vekâletname vererek davaya müdahil olma hakkı elde edebiliyor.
Sorumluluğu şirkete değil mühendislere yıkmak isteyecekler
"Soma katliamı ardından şu anda tutuklu olanlar ve tutuksuz yargılanacakları düşündüğümüzde ortada yeniden gözden geçirilmesi gereken bir durum söz konusu. Mühendisler, güvenlik amirleri, vardiya sorumluları bu olayın sorumlularıdır ancak tek tek sorumlusu değillerdir. Bu işin sorumluluğunu bizce AKP'den başlatmak gerekiyor" diye devam ediyor Aşçı.
"Hükümet bu katliamın ertesinde beklenmedik ölçüde hızlı bir şekilde müdahil oldu. Ancak bu müdahale buradaki tepkileri dindirme amaçlı bir müdahaleydi. Katliam olduktan hemen sonra hatırlayın; neredeyse tüm televizyon kanalları haberi şöyle verdi: "Türkiye'de teknolojik açıdan en donanımlı maden olan Soma Holding madeninde kaza oldu. Böyle sağlam, iyi denetlenen ve önlem alınan bir yerde nasıl kaza olabilir?" Ancak tam beş gün sonra öğrendik ki o madende aslında hiçbir önlem alınmamıştı. Kanımca olayın başından itibaren haberlerin bu şekilde yapılması son derece dikkat çekiciydi."
Soma Holding-AKP ilişkisi
"Enerji Bakanı Taner Yıldız'ın hemen Soma'ya gelip geceli gündüzlü burada olması, Başbakan'ın ziyareti, müşavirinin madenci yakınını tekmelemesi… Tüm bunlar biraz da aba altından sopa göstermek anlamına geliyordu. Bizim dikkatimizi çeken konu ise şu; bu şirket ile AKP arasında nasıl bir bağ var ki hükümet canhıraş şekilde buraya gelip şirketi korumaya çalışıyor? Farz edelim aralarında hiç böyle bir ortaklık yok o halde neden bu katliamda en önemli sorumlu olan Alp Gürkan'a (Soma Holding Yönetim Kurulu Başkanı) dokunulmuyor? Soma Holding şimdi Amasya'da yapılacak termik santral iznini de aldı. Bu izin bir çeşit ödüllendirme anlamına gelmiyor mu?"
Behiç Aşçı'ya davanın seyri ve sonucuyla ilgili öngörüsünü soruyoruz. Ağırlıklı olarak mühendislerin sorumlu tutulup dosyanın kapatılmaya çalışılacağını düşünüyor. "Bizim bu davaya müdahil olma nedenimiz de eğer böyle bir gidişat söz konusu olur ise bu noktada itiraz ederek şirketin üst yönetimi başta olmak üzere Türkiye Kömür İşletmeleri, Enerji ve Çalışma Bakanlıklarının da bu katliamda sorumluluğu olduğunu gündeme getireceğiz".
Peki, Soma'yı bundan sonra nasıl bir süreç bekliyor? Her ne kadar ocaklara inilmemiş olmasına ve bu nedenle tam anlamıyla inceleme yapılamamasına rağmen savcı, bilirkişi raporunu yeterli buldu. Dava, Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi'nde açılacak. Dava açıldığında burada yeniden bir hareketlilik ve eylemler olabileceğini belirtiyor Aşçı. Ancak devletin bunun da önlemini alıp davanın başka bir yere alınmasının gündeme gelebileceğini ekliyor.
Manisa Barosu Başkanı: Ceza davasına başlanması yılbaşını bulur
Şu anda 166 madenci ailesine maddi ve manevi tazminat davası kapsamında gönüllü destek ve avukatlık hizmeti veren Manisa Barosu'nun Başkanı Zeynel Balkız ise, Soma Holding'in 2009 yılında devletten devraldığı madeni o tarihten bugüne denetleyen müfettişlerin raporları başta olmak üzere ilgili bakanlıkların, Türkiye Kömür İşletmeleri'nin, SGK kontrol mühendisleri ve iş müfettişlerinin hazırladığı tüm rapor ve belgelerin incelenmesi gerektiğine dikkat çekerek ceza davasının bu yılsonu veya yeni yılın başında açılabileceğini belirtiyor.
 
Soma'dan ayrılırken son söz; 13 Mayıs'ta başlayan yangın bugün de devam ediyor. Yapılan yardımlar, bağışlar, verilen evler, tutulmayan sözler bir yana giden 301 can geri gelmeyecek. Bu yüzden Soma'da adaletin sadece 301 işçi ve geride bıraktıkları yüzlerce anne, baba, eş, çocuk için değil, her gün aramızdan birer ikişer eksilen işçiler adına da yerini bulması gerekiyor.

Soma dev bir enerji havzası olacak,
sermaye iştahla bekliyor
Soma havzasında işçi komiteleri yoluyla örgütlenme çalışmalarını sürdüren Kamil Kartal ile bölgenin orta ve uzun vadede geleceğini; emek ve hak mücadelesinin önümüzdeki dönemde alacağı seyri konuşuyoruz. Kartal; Balıkesir, İzmir, Manisa'yı içine alan bu havza devlet ve uluslararası sermaye açısından çok önemli bir enerji havzasını oluşturduğuna dikkat çekiyor. "Burada 30-40 yıllık bir projeksiyonla oluşturulmuş büyük projeler göreceğiz. 2023'te bu bölgede 100 bin mega watt gücünde anlık enerji üretilmesi hedefleniyor. Başta Alman sermayesi olmak üzere Koç, Cengiz- Limak, Polat İnşaat gibi grupların bu havzada büyük projeleri söz konusu olacak. 3-5 sene içinde havzada 'kömür gazı' çıkartılmaya başlanacak. Yani kömürü yeraltından çıkartmadan içeride kimyasallar kanalıyla yangın gerçekleştirilip gazı alarak üretime geçilecek. Sıvılaştırılmış bu gaz sanayide kullanılacak. Bahsettiğimiz dönemde 6 bine yakın enerji işçisi, 25 binden fazla maden işçisi bölgede alışıyor olacak. Kısacası havza büyüyecek, işçi sayısı artacak ve dolayısıyla rant büyüyecek. Böyle büyük bir enerji havzasında emek hareketinin zaptı rapt altına alınması devlet ve uluslararası sermaye açısından önem taşıyor".
Sermaye, emek hareketinin
önünü kesmek ister
Bu havzada oluşabilecek emek hareketinin örgütlenmesini kırmak için çeşitli yöntemlerin denendiğini söyleyen Kartal şöyle devam ediyor: "Bunların başında da sendika geliyor. Sermaye kendi tarafından organize edilmiş bir sendikayla (Maden-İş) olabilecek kıpırdanmaların önünü kesmeye çalışıyor. Öte yandan bu yapılarla mücadele ettiğini söyleyen sol gelenekten DİSK'e baktığımızda kendi iç bürokratik bariyerlerini kıramadığını söylemek mümkün. Kendine solcuyum, sosyalistim, devrimciyim diyen unsurlarda çıkıyor esas sıkıntı. Tüm bunlar aşılmayacak engeller değil. Burada genç bir işçi nüfusu var. Bu örgütlülük mücadelesinin başlangıcı adına önemli bir avantaj. Önümüzdeki altı aylık süreçte alacağımız mesafeyi bu anlamda önemli buluyorum".
Kimse Soma üzerine oyun
oynamasın, devlet gerekeni yaptı
Soma havzasında görüştüğümüz madenciler devletin Soma'daki sorumluluğunu yerine getirmediği görüşünde ancak AK Parti Manisa İl Teşkilatı Başkan Yardımcısı İsmail Aydın aynı fikirde değil. "Soma için ne gerekiyorsa yapıldı ve yapılacak'' diyor Aydın. "301 işçimizin kaybının üzüntüsünü biz de yaşıyoruz ancak bunu istismar etmeye çalışan çevreler var. Soma üzerinde kimse oyun oynamaya kalkmasın. Başbakan Erdoğan Soma'da şehit aileleri ile bizzat oturup konuşmuş bir insandır. Bundan daha yakın ilgi olabilir mi? 1999 Depremi'nde bile devlet üç gün boyunca deprem bölgesine ulaşamazken Soma'da devlet en kısa sürede kontrolü ele almıştır. Cumhuriyet döneminde hiçbir hükümet böyle bir olaya bu kadar ilgi göstermemiştir. Şu anda Soma'da hiçbir mağdur aile kalmamıştır. Hükümetimiz Soma'ya gereken önemi vermiştir".
İsmail Aydın, Meclis'in Ekim'e dek tatile girmesi sonucu yarım kalan "Soma Kanunları" konusunda ise yasaların er ya da geç mutlaka çıkacağını söylerken "Şimdiye dek Soma'ya özel pek çok düzenleme yasalaştı. Bundan daha fazla ne yapılabilir? Olayı sabote etmeye çalışan bir kesim var. Bu ekibin başında da Özgür Özel bulunuyor ancak bu ekibin oyunları Soma'da tutmamıştır" diyor.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na sorular…
Soma'da ve diğer tüm madenlerde yaşanan güvenlik zaafları ve iş güvenliğinin nasıl sağlanacağı konusunda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na sorularımızı Basın Halkla İlişkiler yetkilisi Kayhan Ünal kanalıyla ilgili makamın dikkatine 15 Ağustos tarihinde iletmiştik. Aramalarımız ve e-mail yoluyla hatırlatmalarımıza rağmen bugüne dek herhangi bir yanıt alamadık. Bakanlık'tan sorularımıza cevap geldiği takdirde bu dosyada yer vermeyi diliyor ve sorularımızı bir kez de buradan yöneltiyoruz:
1- Bugün itibariyle sadece Soma'da değil Türkiye'nin Zonguldak, Şırnak gibi farklı bölgelerindeki ocaklarda iş güvenliği açısından yeterli tedbirlerin alınmadığını; olası facialara davet çıkartıldığını görmekteyiz. Zonguldak'ta 12 Ağustos'ta yaşanan göçükte Bakanlığınız denetimine rağmen bu ocağın kaçak çalıştırıldığı görüldü. Bakanlığınız nezdinde, özellikle bu tür kaçak işletmelerin önünü almak yönünde planlarınız nedir?
2- Soma özelinde ve ardından Türkiye genelinde iş güvenliği açısından zafiyetleri saptanmış ocaklarda güvenli iş yaşamı koşullarının sağlanması yönünde nasıl bir çalışma yürütüyorsunuz?
3- Somalı madencilerin önemli bir bölümünün hükümetten taleplerinin başında taşeron sisteminin kaldırılıp madenlerin kamu eliyle işletilmesi geliyor. Bu talebi nasıl değerlendiriyorsunuz?
4- Soma Kanunları olarak gündeme gelen ancak daha sonra yüzlerce farklı maddenin eklenmesiyle kamuoyunda Torba Yasa olarak adlandırılan düzenlemeler eleştirileri de beraberinde getirmekte. Somalı madenciler Soma Kanunları'nın daha hızlı bir süreçte yasalaştırılmasını talep ediyorlar. Ayrıca, bu kanunun Torba Yasa düzenlemelerinden ayrı olarak ele alınması neden mümkün olmadı şeklinde eleştiriler de var. Bu konudaki yanıtınızı alabilir miyiz?



Lihat lebih banyak...

Comentários

Copyright © 2017 DADOSPDF Inc.