Ya \'Diriliş\' ya da \'Winter is Coming\' to Türkiye! (GazeteDuvar)

May 26, 2017 | Autor: Aytül Fırat | Categoria: Turkey
Share Embed


Descrição do Produto

Ya 'Diriliş' ya da 'Winter is Coming' to Türkiye! Siyasal iktidar, kendi yarattığı sorunların, mevcut yöntemlerle çözümünün mümkün olmadığı gerçeğiyle yüzleşemeyecek kadar iktidar hırsına kapılmış durumda. Herkes için soğuk, çok soğuk bir kış geliyor!

21 Ara 2016 (Son güncelleme 12:25)

Aytül Fırat Game of Thrones (Taht Oyunları), Amerikalı fantastik kurgu yazarı George R. R. Martin’in romanlarından uyarlanan ve 2011 yılından beri ekran başına milyonlarca kişiyi toplamayı başaran bir televizyon dizisi. Dizinin sadık izleyicileri şu sıralar 7. Sezonun başlayacağı 2017 baharını sabırsızlıkla bekliyor. Dizinin hikâyesi bizi Ortaçağ Avrupası’nın feodal düzenini anımsatan bir dünyaya götürürken, Antik Dönem efsanelerinden fırlamış mitolojik karakterleri de gittiğimiz bu yere taşıyor. Bu fantastik öykü, şaşırtıcı şekilde hem insanlığın evrensel meselelerini ve kadim değerlerini kapsayan, hem de olağandışı özellikler taşıyan bir anlam sistemi üzerine kurgulanmış. Böylelikle hikâye bizi buradan uzaklaştırdığı ölçüde kendi dünyamızın acı gerçekleriyle de yüzleştiriyor: İktidar uğruna savaşların bitmek akan kanın durmak bilmediği, kazanan ve kaybedenin sürekli yer değiştirdiği şu bitimsiz döngüyle. Diğer

taraftan yaşadığımız yenilgilerle sönmüş umutlarımızı da uyandırmayı başarıyor: Bize savaştan her zaman güçlülerin değil, bazen küçümsenen bir “öteki”nin, piçlerin, kadınların ya da cücelerin zaferle çıkabildiklerini göstererek gerçekleştiriyor bunu.

Fanteziden Gerçeğe Fantezi evreniyle sanat aracılığıyla temas kurmak, kurulu gerçekliğin hiç fark edilmemiş yanlarını ya da çelişkilerini hissetmemizi sağlayabilir. Genel anlamda sanatın yıkıcı ve yaratıcı doğasının da bu türden bir etki gücünü bünyesinde taşıdığını söylemek mümkün. Fantezi ve sanatın bizi taşıdığı evrenden, soğuk ve çirkin dünyamıza geri gelmek keyifli olmasa da hepimiz için bir mecburiyet. Döndüğümüz dünya ise her türden üretim ve ticaret ilişkileriyle kuşatılmış karmaşık bir maddi döngüye tekabül etmekte. Sanat ve kültür ürünlerinin ortaya çıkışı da uzunca zamandır bu döngünün gerçekliğinden azade değil; yaratıcılık yüklü emek türleri ve tekniğin türlü şekillerde bir araya getirilmesiyle yapılan bu üretim maddi dünyada yerini çoktan aldı. Dizi ve filmler, fikren doğuş sürecinden itibaren yüzlerce sanatçı ve oyuncunun yer aldığı, bazen binlerce teknik elemanın istihdam edilip, türlü türlü teknik ekipmanın kullanıldığı ve nihayet son teknolojiyle donatılmış montaj stüdyolarında tamamlanan üretim süreçlerinden geçerek gündelik yaşamımıza girebilmekte. Böylelikle örneğin her bölümü için 6 milyon USD harcanan Taht Oyunları gibi bir dizi, dünya genelinde korsan izlemeler de dâhil olmak üzere bugün 20 milyon izleyiciye ulaşabilir durumda. Uluslararası sinema ve TV pazarına sunulan filmler, diziler, ‘TV show’lar bugün dünya ticaretinde hiç de azımsanmayacak bir yer kaplıyor. Amerika ve İngiltere’nin başı çektiği milyarlarca dolarlık uluslararası TV ürünü pazarında Hollanda, Fransa, Avustralya, Almanya gibi ülkeler üst sıralarda yer alıyorlar. Türkiye, uluslararası pazarda şimdilik sadece 300 milyon USD’lık bir ihracat düzeyi yakalayabilmiş durumda. Tabii bu ihracat düzeyi, sektörün iç pazarda büyüme kaydettiği ve 5 milyar USD’lik bir ticari hacme ulaştığı gerçeğini değiştirmiyor. Sektörün büyümesi ile birlikte, son yıllarda Türkiye’de de büyük bütçeli projeler finanse edilebilir duruma geldi. Büyük bütçe denildiğinde aklımıza önce kalabalık oyuncu kadrosu, kurulan setler ve masraflı kostümleriyle tarihî diziler geliyor. “Muhteşem Yüzyıl”, “Filinta” ve elbette “Diriliş: Ertuğrul” bütçe büyüklükleriyle başı çeken diziler. Muhteşem Yüzyıl dışındaki her iki proje, TRT tarafından büyük kaynaklar aktarılarak ekranlara yansıtıldı. Fakat yüksek finansmanı mümkün kılacak reytingi sağlayarak yayında kalabilen tek dizi “Diriliş: Ertuğrul”. Dizinin oldukça sıra dışı özellikleri bulunduğunu söylemek mümkün. Yüzbinlerce dolar karşılığında ithal edilen yüksek teknolojili kameralar, lensler ve sesli hareketli çekim tekniklerini uygulamaya elverişli ekipmanlarla çekilen bu “yerli” dizi, pek çok kişi için “milli” gurur kaynağı. Bu prodüksiyon sayesinde TRT izleyicileri, özellikle Hollywood filmlerinden çok aşina olduğumuz ağır çekim teknikleriyle gösterilen gerçekçi ve bol kanlı savaş görüntülerini, bir Türk Malı dizide izleyebilme ayrıcalığına sahip oldular. Üstelik dizinin reklam ve PR faaliyetleri, sosyal medya ve internet araçları da dâhil olmak üzere uluslararası kapitalist şirketlerin prodüksiyonlarını aratmayan bir kampanya üzerinden yürütülmüş. i

Batı’nın “İyi Yanları”ndan Faydalanarak Batıcı “Kültürel İktidar”la Mücadele Diziyi sıradışı kılan sadece “Batı’nın iyi yanları”ndan faydalanarak üretilmiş bir ürün olması değil; daha ziyade bir dizi film olarak günümüzün toplumsal/siyasal olaylarına ilişkin iddialı tarafları. Nitekim izinin yapımcısı Mehmet Bozdağ, 13.yy.’da da tarih sahnesinde yer aldığını iddia ettiği emperyal güçler karşısında, Türk-İslam dünyasının bugünkü gibi bir kaos ortamı ile karşı karşıya kaldığını ve bugünkü problemleri, buhranları çözmede tarihin rehberlik etmesine ihtiyaç duyduğumuzu vurguluyorii. Diğer yandan olaylı 43. Altın Kelebek ödül töreninin ardından, Cumhurbaşkanı’nın diziye iade-i itibar olarak adlandırılan konuşmasında dile getirdiği Afrika atasözü, diziye yüklenilen anlamı özetleyecek nitelikte: “Aslanlar kendi hikâyelerini yazmadıkça, avcıların kahramanlık hikâyelerini dinlemek zorundayız” diyor Cumhurbaşkanı Erdoğan. Belli ki, Diriliş: Ertuğrul aracılığıyla aslanların kendi hikâyelerini anlatabildiklerini düşünüyor. Tabii ki aslanların önce avcıları devreden çıkarmaları gerekir. Çeşitli yazarlariii, Diriliş: Ertuğrul gibi yapımların Batıcı “kültürel iktidar”ı yıkma işlevine vurgu yaparken, diziyi izlemeyenleri ya da eleştirenleri Batıcı kültürel iktidar saflarında yer alan, milli ve yerli sanatın düşmanları olarak kodluyor. Yani onlara göre düşman yine sadece emperyalist Batı değil, aynı zamanda Batıya esir olmuş zihinler, “ideolojik saplantılı hegemonik kesim”. Batı hegemonyası ya da kültürel iktidarının varlığına ilişkin tespitlerin top yekûn asılsız olduğunu söylemek mümkün değil. Bir toplumda bu olgunun varlığına itiraz eden ve dolayısıyla onu dönüştürmek isteyen kesimlerin bulunması anlaşılır; eğer ki sorun gerçekten ‘bir yapının bir diğer yapı üzerinde iktidar kurması’ ise elbette. Fakat ne yazık ki, iktidarı yıkma konusuna hassasiyet gösterdiklerini sanan bu kesimler, daha ziyade, başka bir hegemonya mekanizmasının aktive edilmesini ve kültürel iktidarın ‘ele geçirilmesi’ni talep ederken çıkıyorlar karşımıza. Öyle ki bir ülkede herhangi bir dizi film, bir yandan hâkim siyasal anlayışın yaratmak istediği hegemonyaya hizmet ederken, diğer yandan izlemeyenlere yönelik bir baskı ve şiddet bahanesi haline getiriliyorsa, dizinin kendisini bir iktidar yıkma fenomeni olarak lanse etmek, ancak bir ikiyüzlülük göstergesi olarak kabul edilebilir. 20. yy. Batı Marksistlerinin geliştirdiği “kültürel iktidar”, “hegemonya”, “rıza üretimi” gibi kavramların özünü çarpıtarak metinler içine pragmatik sebeplerle serpiştirmek, bu ikiyüzlülüğün saklanmasına pek de yardımcı olamıyor. Bu da en az, Batı’dan ithal edilen teknoloji ve Batılı sanatçıların geliştirdiği usullerle, taklite dayalı işlerin bir yerli ve milli sanat/kültür dünyası kurmayı sağlamayacak olması kadar görünür bir gerçek.

Soğuk Bir Kış Beklemekte Bizi! Hikâyelerin “nasıl” anlatılacağını başkalarının belirlediği bir dünyada, Anadolu’ya göçmüş Türklerin, Japon samurayların, Kızılderililerin ya da aslanların hikâyesinin anlatılması, yaşanılan hakikati değiştirmez. Bir coğrafyada sanat ve bilim, eğer öz değerlerden beslenerek dirilecekse, bir coğrafyanın tüm renklerini özgürce harekete geçirmek, kültür alanını tek bir ırkın, dinin, ideolojinin ya da güncel siyasal çıkarların pençesinden kurtarmak gerekir. Sanatın ve bilimin gelişmesinin evrensel koşulu olarak öncelikle eleştiriye açık, özgürlükçü bir toplumsal atmosfere ihtiyaç vardır. Yaratıcılığın ve yeteneklerin umutlarla birlikte geliştirileceği bir dünya

oluşturmadan, kayda değer bir üretkenlik sergilemeden yol katedileceğine inanmak ise gerçekçilikten uzak düşmek anlamına gelir. Açıkçası günümüz toplumlarına, Jon Snow’un dirilişi kadar ilgi uyandıran bir “Diriliş” sunmak sanıldığı kadar kolay bir iş değil. Hem tahtlı-saltanatlı fanteziden bir gerçek devşirmeye çalışanların, hem de bu fantezinin ekonomik maliyetini ödemek zorunda kalacak insanların dünyaya ve Türkiye’ye dair bazı gerçeklerle bugün artık yüzleşmeleri gerekiyor. İçinde yaşadığımız ülke, sadece kültürel alanda değil, diğer pek çok alanda hareket etmeyi engelleyen bir yönetim krizi, bir siyasal açmaz içine düşmüş durumda. Temel insan hak ve özgürlüklerinin alenen ihlal edildiği, baskıcı politikalarla siyasetin manipüle edildiği bu döneme, bir de etkisini giderek daha fazla hissettiğimiz ekonomik kriz eşlik ediyor. Ne yazık ki siyasal iktidar, kendi yarattığı bu sorunların, mevcut yöntemlerle çözümünün mümkün olmadığı gerçeğiyle yüzleşemeyecek kadar iktidar hırsına kapılmış durumda. Gelecekte anlatılacak bu hikâyenin sonu nasıl olacak bilinmez ancak önümüzde aşılması gereken zor zamanların bizi beklediği açık. Günümüz taht oyunlarının kötü aktörleri yüzünden, ne yazık ki herkes için soğuk, çok soğuk bir kış geliyor! i

http://dirilisdizisi.com/ https://www.youtube.com/watch?v=T0Bze_hM56Y iii http://www.gazeteciler.com/kose-yazisi/islamcilarin-kulturel-iktidarla-imtihani/303768 http://dirilispostasi.com/a-4579-kulturel-iktidar-gelecek-tasavvuruna-saldiriyor.html http://www.star.com.tr/acikgorus/kulturel-iktidarin-adi-var-haber-1162078/ ii

Lihat lebih banyak...

Comentários

Copyright © 2017 DADOSPDF Inc.